Nuray Karadağ
Her şey üst üste geldi, umursayanlar için. Bir kadın cinayeti daha işlendi, iki çocuk istismarı daha ortaya çıktı. Sadece yaşadığım kentte olanlardı bunlar. Bir şeyler yapmak istedik, olmadı. Dosyalara gizlilikler geldi, aileler şikayetçi olmadı, istismarcılar korundu, yine her şey kirli bir perdeyle örtüldü. O kirli perdenin kokusundan öğürüp durduk…
Uzun bir yürüyüşe çıktım akşama doğru. Güneş karşıda batmaya durmuşken ışıklarını da gözlerime batırıyordu. Rahatsız olmuyordum, severdim güneşi Şemsiler kadar…
Yol boyunca gördüklerimle oyalandım. Yaya, bisiklet, araç yolları; sayıları gün be gün azalan ağaçlar, zayıflama isteğiyle yürüyüşe çıkmış insanlar, bisiklet süren afili gençler, yirmi metrede bir dinlenmek için banklara oturmuş yaşlılar, bebek arabasında ayaklarını sallayan çocuklar… Herkes ve her şey iyi görünüyordu. Oysa kapalı perdeler ardında neler dönüyordu? Unutmak istiyordum kahrolası bağzı şeyleri.
Eve gittim, şimdilik sığınağıma. Akşam yemeği yemek gelmedi içimden. Bir şişe ev yapımı şarap açtım, güzel kırmızı. Peynir en iyi mezedir derlerdi şarabın yanında, artık inanıyordum. Şarabı yarıladım, racona ters olsa da içimden geldiği ve kendimi umutsuz bir isyankâr hissettiğim için, arabesk dinleyerek…
Şarap gözlerime doldu. Bütün insanlık adına ağladım o gece. Yıldızlar döküldü gözpınarlarımdan. Bencilce değildi ağlayışım, hayret ettim…
Balkonda sigara içiyordum. Şehrin ışıkları gözlerime batıyordu. Birileri küfrederek sevgi sözcükleri savuruyorlardı karşıdaki kafeden çıkarken. Oysa sadece çay içmişlerdi. Bir kere daha şaşırdım.
Sonra perdeleri çektim, temiz sandığım hayatıma kötülükler girmesin diye. Kötü olmak istiyordum oysa, kendimi savunmak için.
Gözyaşlarımı sildiğim peçete adiydi yaşadığım çağ kadar. Gözlerime pis bir kâğıt tozu yapışıyordu. Ucuzdu hayatım peçete kadar. Ekonomik darboğazdan geçiyorduk yüzde doksan dokuzumuz. Eğlendiremezdim kimseyi, fakirlikten. Sıkıcıydım belki bu yüzden. Belki de bir yeni zaman azizesi olduğumu zannettiğim için…
Gökyüzüne sevdalıydım. Belki bu yüzden rüyalarımda uçuyordum hep. Bir yer vardı, okyanus, düş ötesi; herkes arınmıştı sahtelikten. İşte oraya uçuyordum. Egosuz, bensiz, kimliksiz…
Deniz kıyısında yürüyordum. Hafif bir rüzgâr yüzümü okşuyordu. Saçlarım savruluyordu tatlı tatlı. Gözlerimi kapatıp yürümeye devam ediyordum. Ayaklarımın altında kumlar çıtırdıyordu. Sanki kumlara değil evrene basıyordum.
Derken bir uçurumun başında buluyordum kendimi. Denize bakıyordum oradan, evrenin sonsuzluğunu iliklerime kadar duyumsuyordum. Ufuk çizgisinde belli belirsiz bir ada görüyordum. Orası cennet olmalı, diyordum.
Kendimi uçurumdan aşağı atıyordum. Ana rahmine yeniden dalar gibi hışımla dalıyordum denize. Derin suların dibinde hayatın hazinesi gizliydi. Öyle inci mercan değildi; sadelikti, saflık, berraklıktı. Gözü doymazların, hırslıların, büyük hırsızların anlayamayacağı şeyler…
Bir ara bilincimi kaybediyordum. Sonra gözlerimi açıyordum. Deniz dibindeki dünya nefesimi kesiyordu. O rengârenk mercanlar, balıklar, yelelerini savura savura koşan deniz atları, denizin tarihini yazan mürekkep balıkları…
Bu güzellikleri de gördüm ya, artık ölebilirim, diyordum. Son nefesimi bırakıp ciğerlerimi tuzlu suyla doldurmak üzereyken iki yunus giriyordu kollarıma. Çekip suyun yüzüne götürüyorlardı beni. Derin bir soluk alıyordum, gün ışığı ciğerlerime doluyordu. Yunuslara sarılıp öpüyordum onları. Neşeyle kikirdiyorlardı. Beraber yüzüyorduk döne döne. Kovalamaca oynuyorduk.
Yoruluyordum. İki yunusa tutunup sırt üstü uzanıyordum, deniz yatağım oluyordu. Gözlerimi kapatıyordum. Yaşayacak günlerim bitmemiş demek, diyordum.
Çığlıklar duyuyordum birden. Gözlerimi açıyordum. Az önce atladığım uçuruma bakıyordum uzaktan. İnsanlar peş peşe, çığlık çığlığa atlıyorlardı denize, benim atladığım yerden. Yüzlerce yunus geliyordu açıklardan. Deniz karışıyordu. İnsanlar ve yunuslar birbirine karışıyordu. Her yunus bir insana yüzgeç uzatıyordu. Yunuslara tutunmuş insanlar bir yunuslara, bir birbirlerine sarılıyorlardı. Bize doğru yaklaşıyorlardı yüzerek.
Hep beraber bir deniz türküsü tutturuyorduk, yunuslar bestekâr. Türkülerle, halaylarla cennet adaya doğru yüzüyorduk. Sonu kimse düşünmüyordu. Herkes o anda, hep birlikte…