ŞİİRE DAİR ÖNERİLER (2)
Son yıllarda göz atma fırsatı bulabildiğim ve adını daha çok 2000’li yıllarda duyurmuş şair arkadaşların şiirlerinde rastladığım kimi genel özelliklere ilişkin bazı gözlemlerden yola çıkarak, bu kez özellikle “şiir mimarisi” konusunda bir kaç öneride bulunmak istiyorum. Somut örneklere hiç değinmeyeceğim. Uzun boylu “poetik” saptamaların yeri de burası değil. Bunlar aslında basit ve pratiğe ilişkin bir kaç öneri.
Bir çok arkadaş, dış dünyaya ait nesneleri ya da olguları çıplak halleriyle anmayı, hatta bazen virgüllerle ayırarak, sözgelimi “mavi gök, yeşil ot, kırık dal” türünden, sıfat ekli bir kaç tanesini peşpeşe sıralamayı seviyorlar. Oysa her bir dize ayrı ayrı “hareket” ister, yani dış dünya nesneleri belli bir dinamizm içinde ve ilişkilendirilerek oluşturulmalıdır. Her dize ayrıca diğer dizelerle anlamca da bağlantılı olmalıdır ki şiir yığma olmaktan kurtulsun. Şiir müzikteki gibi “leitmotif”leri, yani yinelenen motifleri kaldıran bir tür ve bu eklemleme görevi görür. Elbette klasik şiirdeki gibi, kafiye, redif vb. biçiminde olmamak kaydıyla.
Tematik eksenin her şiirde değişik olması, her şiirin ayrı bir “şahsiyet”i olmasını da sağlar.
Divan şiiri ve halk şiirinden, yani ritimli şiirlerden miras, şu üçlü, dörtlü, beşli dize gruplarıyla yazmak ve dize boylarını eşit tutmak merakı da, her şiirin ayrı bir şahsiyet kazanmasının önünde görsel bir engel oluşturmakta. Hele de bir kitap tamamen bu tür şiirler ile oluşturulmuşsa, tematik farklılıklar olsa bile, sanki sürekli aynı şiiri okuyormuşsunuz gibi bir izlenim doğabilir. Değişen sayıda dizeli matrislerle ve uzunlu kısalı dizelerle çalışmanın doldurma dize ve kelimelerden kurtarmak gibi bir yararı da var. İlk kitaplarını dörtlüklerle oluşturmuş olan Gülten Akın’ın, doruk kitabı “Kırmızı Karanfil”deki değişen dizeli, matris bazlı şiirlere ulaşmasını göz önüne getirenler, ne demek istediğimi daha iyi anlarlar.
Kimi arkadaşlar, şiirlerinde “gerçek” olanı fazla sıradan ve dar bulduklarından olsa gerek, “gerçek üstü” (ötesi) olmak adına, fantastik bir dünya betimlemesi yapmaya girişiyorlar. Ancak, çizdikleri dünya deyim yerindeyse bir “fanus” olmaktan ya da Japonların çok sevdiği minyatür bahçe maketi olmaktan, yani daha da dar kalmaktan kurtulamıyor. (İlginçtir, Enis Behiç Koryürek’in iddiasına göre, şiirlerini ona dikte ettiren doğa ötesi varlık, kendisine “fanus” diye seslenmektedir!) Gerçek üstünü değil de gerçek dünyayı betimlemekten korkmamak, bu tür cam kaplara sıkışmaktan çok daha sahici şiirlere götürebilir insanı.
Şairler en çok akranlarıyla bir araya gelirler ve çoğunlukla da bunu genç yaşlarda iken yaparlar. Yaşlar ilerledikçe çeşitli nedenle kopuşlar başlar. Bir araya gelen genç akranlar göz ucuyla birbirlerinin şiirini kollamaktan da geri kalmazlar. Kuşak içi ortaklıklarda, birbiriyle benzeşmelerde, farklılaşamama hallerinde, Roman Jakobson’un “egemen öğe” dediği, “dönem ruhu”nun, tarihsel momentin, ortak yaşanan olay ve olguların da payı vardır kuşkusuz, ama bu göz ucuyla kollama ve arkadaşlara özenme hepsinden baskındır. Akranlarınızı, kuşakdaşlarınızı hiç okumayın denemez elbette, ama bununla sınırlı kalmamak gerekir.
Bir de şiir dışı türlerden de beslenmek gerekir. Kuşkusuz hikâye ve romanlar bu konuda biraz daha öne çıkar. Hele de şairler tarafından yazılmış olanlar. Sözgelimi Rilke’nin “Malte Laurids Brigge’nin Notları” anlatısı, 1966’da Behçet Necatigil tarafından çevrilip yayımlandığında, en çok şairler tarafından tezahüratla karşılanmıştı.
Behçet Necatigil hakkında Sözcükler dergisinde çıkan yazımda, onu kimi şairlerin açık hocası, tüm şairlerin de gizli hocası olarak nitelemiş ve eklemiştim: “Şiirimiz kelime tasarrufunu ondan öğrendi.” Şiirde fazla kelimelerden nasıl kurtulunur, “sessizlik” de şiirde bir dil olarak nasıl kullanılır, en iyi ondan öğrenilir. Necatigil’in her çevirisi de ayrı bir dil şölenidir ve çeviri olmanın çok ötesine geçer.
Şairleri etkileyecek daha bir çok hikâye ve roman var. Sözgelimi, Aragon’un 22 yaşında yazdığı “Anicet” romanının kahramanları arasında Rimbaud, Valery, Breton, Cocteau, Chaplin, Jacob, Picasso gibi adların bulunduğunu anımsatmak yeter. Keza, şairliği romancılığının gölgesinde kalmış James Joyce’un “Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi” romanı da şairlerin önünde ufuk açacak kitaplardandır. Cebelleşmeyi göze alacaklar için “Ulysses”in yeri ayrı doğallıkla. Örnekler artırılabilir kuşkusuz
Yazı sıcak ve güzel
Bir denemeyi hiç bir satırını sıkılmadan bir solukta okudum. Elinize sağlık…