9 C
İstanbul
Salı, Eylül 26, 2023
Ana Sayfa Kritik ŞİİR, DUYGU YOĞUNLUKLARI VE HAFIZA

ŞİİR, DUYGU YOĞUNLUKLARI VE HAFIZA

 

 

“PRESEREN HEYKELİ

suda yeşermiş kanatları olan bir kadın
sus diyor sus ve dinle
kentte doğru gelen halka.

-Şair konuşsun
karanlıkla dolan zaman, ışısın
damarlarımız bakir bir kanla dolsun.”

İsmet Alıcı

 

İnsanlığın ilk ortaya çıkardığı sanat resim sanatıdır, diyebiliriz. İlk resim sanatlarına
baktığımızda daha çok pratik bir amaç için kullanıldığını görüyoruz. Resim, dilin yerine
kullanılırken işaretlerin, imgelerin, emir küplerinin simgesel anlatımını da ortaya
çıkmasını sağlamıştır. Dilin oluşumu resimden sonradır. Dilsiz dünyanın iletişim aracıdır
resim.
Dilin ilk oluşumu resim gibi bu pratik yaşamın dayatmasıyla ortaya çıkmıştır. Resmin
göndermeleri artık dille şekillenmeye başlamıştır. Bunun yanında dil düşünsel ve
duygusal göndermelerin merkezi olmuştur. İşaretlerin, emir kiplerinin belirginleşmeye
başlayan düşünsel göndermeler ve tartışma merkezinin şekillenişini dille iç içedir. Şiirsel
dil, dilin ortaya çıkışıyla birliktedir. Şiirin imgesel yapısının oluşumuyla, ifade edemediği
duygusal anlatımların dille ortaya çıkmasıdır diyebiliriz. İmge bu anlamda işaret edilen ve
tam ifade edilemeyen diyebiliriz. Bu anlamda işaret edilen netleşmiş simgeyken, imge
hep çatışkılı, çelişkili ve net olmayan duygusal yoğunlukların, yığınaklarının merkezi
olmuştur. Şiir bu anlamda bizim duygusal yoğunluklarımızın ve imgesel anlatımların
merkezi olmuştur. Bize acı çektiren, özlem duyuran, temennilerimizi ve dileklerimizi dile
getiren yapı daha çok şiirsel dildir. Şiirin duaya, duanın şiire dönüşü bu süreçle iç içedir.
Şiirin etkili olmasının nedeni ortaya çıkardığı duygusal yoğunluktur ve bu duygusal
yoğunluğun insanlığın yaşadığı ortak acı veya özlem diyebiliriz. Aslında düşünsel söylem
şiirsel dilin içinden çıkmıştır. Özlü sözler, felsefi sözler, dualar, hükümler şiirin içinde iç
içe geçmiş duygusal yoğunlukların, yığıntılarının sürekliliğinin zorlamaları ile ortaya
çıkmıştır. Aynı durumu fragmanlar içinde söyleyebiliriz. Fragmanlar çelişkili, çatışkılı
yapısıyla ve imgenin simgeyi işaret etmesi gibi fragmanın gönderileri, işaretleri kavramın
boşluklarını (kavramı simge olarak algılamak gerek) göremediğimiz kestiremediğimiz
yanlarını işaret eder. Bu anlamda şiir dili, kültürel alanı kapsayan önemli bir dokudur.
Aynı durumu öyküde, romanda, tiyatroda göremeyiz.

Belleğin ve benliğin diri tutulması gerekliliği yazının olmadığı çağlarda şiirin ister istemez
yaşanmış duygu yoğunlukları, yığınaklarına dayanmasını sağlardı. Şiirin verilmiş söze
dönüşmesi ve duaya, hükme dönüşmesi şiirsel dilin o şok edici dokusunun getirdiği bir
sonuçtur. Günümüzde şiirin yazıya geçmesi aynı zamanda şiirin yazılan bir şey olduğu
algısını yaratmıştır oysa şiir varlığını söylenen bir şey olma olgusuyla var etmiştir.
Günümüz şiirinde bu yan yok olmaya başlamıştır. Modern şiir, şiirin ilkel ve arkaik yanını
gözetememiş, şiirin yazılı bir kaynak gibi davranmış ve onu var eden söylenmeye
dayanan yanını yok etmiştir. Bunun yanında şiirin içindeki duygusal yoğunluk ve hipnoz
etkisi yaratan ritmik salınışların olduğu şiiri terk etmiştir. Bu anlamda belleğin ve benliğin
diri tutulmasını sağlayan şiirsel dil, tarihsel dokusundan kayma yaşamıştır. Şiirde bunu
yeniden yaratabilmenin yolu, şiirin daha geniş bir şekilde sorgulanarak yeniden
üretmekle ilgilidir. Modern şiir bu anlamda bu sorgulanmanın karşısında, şiiri biçimsel bir
denemeye, sözün ve anlamın yittiği dilsel bir oyuna çevirmiştir. İdeolojik üretime ve
kolektif belleği işaret eden şiire dair duyulan nefret, şiirsel dilin parçalanmasını
sağlamıştır.
Modern şiir, şiirle müzik arasındaki ilişkiyi gözetememiş ve parçalanmasını sağlamıştır.
Şiir varlığını ilk çağlardan beri dans, müzikle var etmiştir. Dans şiirin içinde etkilenme
özelliğiyle önemli bir unsurken ayrılıp teatral sanatın doğuşunu sağlamıştır. Dans, müzik,
şiir insanın kültürel varlığının oluşumunda büyük bir etkisi vardır. Aynı etkiyi tiyatro, resim
veya heykel için diyemeyiz. Bunun yanında masal (mitos) anlatıcılığı, sanat olarak
destana dayanır. Destanda şiirsel dille ve duygu yoğunluklarına, yığınaklarına dayanan
bir şiir tarzıdır. Destanda tiyatronun doğuşunda önemli bir etkendir. Fakat bütün bunlara
rağmen tiyatro insanlığın kültürel oluşumunda şiir kadar etkili bir sanat olduğunu
söyleyemeyiz. Şiir sanatı insanın kültürel dokusunun şekillenişinde büyük bir etkendir,
diyebiliriz.
Modern şiir içinde çıkan Dada, Sürrealist akımlar ve anlayışlar şiire yaptıkları saldırı onu
var eden temel ayaklarının yeniden üretimini engeller boyutta olmuştur. Burjuva
kültürünün ideolojik boyutunun şekillenişi olarak gördükleri dile karşı saldırı şiirsel dilin
oluşumuna dair saldırıya dönüşmüştür. Onlara göre dil sadece ve sadece burjuva
kültürünün yansımasıydı. Dilin çok çeşitli boyutlarını göremeden ve gözetmeden yapılan
bu saldırı burjuvaziye karşı duyulan nefretin, insanın toplumsal yanına duyulan nefrete
dönmüştür, diyebiliriz. Bu anlamda bizde Dada ve Sürrealistlerden etkilenen İkinci Yeni
hareketi, şiirin temel ayaklarını gözetmemiş ve şiirin toplumsal bağını zedelemeyi
hızlandırmıştır. Bilakis İkinci Yeni içinde Cemal Süreya’nın yazdığı “Folklor şiire düşman”
yazısına buradanda bakmak lazım. Tabiki bu akımların ötesinde kapitalizmin kendisi
şiirsel dili bol bol reklamda kullansa da, genel olarak yarattığı yeterli toplumsal
dayanakları olmayan ilericilik anlayışıyla, şiirin genel toplumsal dayanaklarını, insanlığın
toplumsal dayanağı olduğunu görememiştir. Zaten bireyci kültüre dayanan kapitalizm
kendi dokusu şiirin toplumsal yanını yok ederek var olur. Şiir birliğe kolektif olana,
duygusal yoğunluklarına, yığınaklarına seslenirken aynı zamanda bireyci kültürü de
karşısına alır. Şiirin içindeki bilakis destanlardan ve kahramanlık hikayelerinden gelen
söz kültürü kapitalist bireyciliği engelleyen bir kültürdür.
Yine üstte söylediğimiz duygu yoğunlukları ve yığınaklarını bizim şiir ve türkü
geleneklerindeki yerini biraz daha belirlemek gerek. Divan edebiyatındaki makamlar
dikkatli baktığımızda duygu yığınaklarını karşıladığını görmek lazım. Aynı zamanda halk
edebiyatındaki türkü ve şiir tarzları bu duygu yığınaklarını karşılar. Kapitalist toplumla
birlikte feodal topluma duyulan nefret şiir sanatının yeniden üretim ayaklarını tehlikeye
sokmuştur. Cumhuriyetin kuruluşuyla Osmanlı’ya duyulan tepki yoğun bir şekilde
Osmanlı’nın kültürel yapısına saldırıya dönüşmüştür. Divan edebiyatına yapılan saldırı

toplumsal hafızayı oluşturan divan edebiyatına saldırıya dönüşmüştür. Bilakis divan
edebiyatıyla birlikte duygu yığınaklarını yoğun bir şekilde veren makam üzerine
şekillenen divan müziğinin toplumsal etkisini kırmıştır. Böylece şiirle müzik arasındaki
ilişki veya şairle müzik arasındaki ilişki toplumsal devamlılığı yeterli olmadığı için
hafızanın oluşumuna darbe vurmuştur. Burjuva ilericilik anlayışı ne yazık ki, şiirle müzik
arasındaki diyalektik bağı kopartmıştır, tarihsel geçişi engellemiştir. En önemlisi duygu
yoğunlukları, yığınakları taşıyan makamlara dayalı divan müziği toplumsal aidiyet
duygusunun oluşumunda yeterli olmamıştır.

Bu sorunu geniş açmak gerekirse, Homeros oğullarının yüzyıllar boyunca ürettiği
destanlar (  İlyada  ve  Odysseia ) şiirsel etkinin görmemiz anlamında önemlidir. Dinsel kitaplar aynı zamanda şiirsel dilin uygulandığı yapıtlardır. (Avesta, Kuran, İncil ve benzerleri). Bunun dışında çoğu mit, dinsel anlatımlar veya yaşamsal sorunları kapsayan yazıtlar şiirsel yapıtlar. Serencameler, serçeşmeler Mezopotamya ve Anadolu kültürünün içinde oluşmuş o kültürel dokunun genel hafızasına taşımasını sağlamış önemli eserlerdir. Bir İran ve Hindistan kültürü olan Gata’lar kısa özdeyişler veya dörtlükleri karşılasa da, aynı zamanda dinsel kanunları ve toplumsal hükümlerin, yaşam anlayışlarının oluşmasında önemli etkisi vardır bu şiirsel yapıtların. Sonradan Baba Tahir Üryan,
Ömer Hayyam ve benzerleriyle devam eden bu şiirsel anlatımın. Bir şair veya Ozanın Anadolu ve Mezopotamya kültüründe varlığının önemi aynı zamanda toplumsal karşılığını ve tarihsel önemini doğru kavramalıyız. Bektaşi, Alevi kültüründe dede, baba olmak bir müzikle icra yapmakla iç içedir.

Aynı zamanda bir dede baba bir mahlas var olabilir ve bu mahlas üzerinden şiirsel üretim yapabilir. Mahlas onun şiirsel ve müziksel üretimini içinde olduğu toplumsal söylemini şekillendiren ve bulunduğu cemaatın toplumsal yapısını belirleyen bir işarettir. Yüzyıllardır devam eden bu kültürde hala müzik, yapmayan, şiir yazmayan bir dede babanın, dede babalığı kabul görmez. Bektaşi ve Alevi kültürünün veya dinsel görüşleri hala yedi ozanın oluşturdukları kültürel doku üzerinden şekillenir. Bir Alevi Bektaşi dede babanın bu kültürel dokunun dışında hareket etmesine imkan yoktur. Bu anlamda kutsallık alevi ve Bektaşi kültüründe müziğe veya müziksel aletlere yüklenir. Tapınç nesnesi olarak telli kuran, telli İncil denir. Alevi veya Bektaşinin kitabı yedi ozanla oluşan bu müziksel deyişler ve
semahlardır. Bu aynı zamanda yüzyıllardır şekillenen Anadolu ve Mezopotamya kültürünü
algılamamız için önemlidir. Osmanlı Padişahlarının bir mahlası olmaması uzun yıllar imkansızdı. Bir padişahın şiir yazmaması veya bir müzik aleti çalmaması olanaksızdı. Bütün şehzadeler bu kültürle yetiştirilmiştir. Sadece şehzadeler değil devlet görevini icra eden çoğu vezir veya kamu görevlisi bir mahlas ve müzik aleti çalarak varlığını devam ettirirdi. Divan kültürü sadece Osmanlı bürokrasisini karşılayan bir kültür değildi. Geniş bir şekilde toplumun genelini karşılayan bir kültürel dokuydu.

Alevi Bektaşi kültürü içinde var olsa da, fazla dikkat çekmeyen makamlar Divan edebiyatının oluşumunda önemli bir yandır. Rast, Buselik, Hüzzam, Hüseyni, Hicaz, Nihavend, Uşşak ve benzerimakamlar aynı zamanda bir duygu yoğunluğuna, yığınaklarına  denk gelir. Divan müziği ve şiiri toplumsal yaşamın hafızasının ve bilinç yapısının oluşumunda önemli bir etkendir. Cumhuriyetle birlikte ret edilen ve yasaklanan bu divan müziği ve şiiri toplumsal hafızanın oluşumuna vurulan bir darbedir.

Eskiden şiiri müzikten veya müziği şiirden ayırmanın imkanı yoktu. Şiirin kendisi
ancak ve ancak müzikle varolabilirdi. Bunun yanında şiirsel yazılmış destanlar ise
kendini masalsı anlatımla bulurdu. Fakat bu anlatı da ezgisel bir dokuya sahipti.
Destanları anlatan Dengbej’ler her zaman sesin tınsı içindeki büyüsel sesleri
kullanırdı. Şiirde tekrar ve uyakların ritmik salınışı hipnoz etkisi yaratırdı. Şiirde bu
yan çok kullanılırdı. Dua kitapları ya da kutsal kitaplar, toplumsal hükümler bir yanıyla

şiirin bu yanı gözetilerek üretilmiştir. Bilakis Fars ve Arap şiiri kurduğu şiir kalıplarıyla,
makamlarla farkında olarak olmayarak bu hipnoz etkisini gözetmiştir. Hipnozu iki
yandan görmek lazım birincisi uyuşturma ve müziğin salınımına bırakma ikincisi doğa
da var tekrarları kullanarak büyüleyici seslerin içine bırakma. Sözcüğün bu anlamda
hiç bir şey ifade etmese de büyüleyici etkisi yüzyıllarca kullanılmıştır. Arap eleştirmen
ve şair kendi şiirlerinden bahsederken birincil özelliğinin hiç bir şey ifade etmese de
müzik olduğunu söyler. Bu ritmik salınımın kişileri nasıl hipnoz ettiğine dair pek bir
şey söyleyen yok. Bu hipnoz etme özelliğinin bir diğer yanı da sanırım sağaltmadır.
Yüzyıllardı yapılan ayinlerle ve hafızanın tarihsel oluşumu üzerinden ortaya çıkmış bir
durum bu. Şiirin büyüleme etkisi ve büyüleme etkisini oluşturduğu kalıp belirli
ölçütlere alınarak belirginleştirilmiş. Bu belirgenleşmenin adına müziksel karşılığına
makamlar diyebiliriz. Anadolu veya Mezopotamya kültüründe yer yer karşılaştığımız
‘ağız’ sanırım makamsal yapının oluşumunda da bir etkendir. Şiirin bir dua olması
veya tanrıya yakarma ulanma olması, aynı zamanda kutsal olanla büyülenme,
büyüleme eylemidir. Bu anlamda Büyüleme eylemi tanrıya ulanmayla içice. Şiir de
uyak ritmik salınış yüzyılların süzülerek sesin, ve ağzın kullanımıyla hipnoz etkisi
yaratmayı gözetmiştir.

Bu yüzden yukarıda söylediklerime dayanarak rahatlıkla şöyle diyebilirim; Şiir duygu
yoğunluklarını karşıladığı gibi ben bu duyguyu yaşamıştım hissini de sürekli ortaya
çıkartır. Sanatın tarihsel dönüşümü bu duygunun yarattığı hazla sağlanır. Şiirde
özdeşleşme yani katharsis bu duygulanımıyla ortaya çıkar. Çoğu sanat bu duygu
yoğunluklarını ve yığınaklarını ortaya çıkarma da eksik kalır. Sadece müzik bu anlamda
şiire yakındır. Ama müzikte varlığını şiirin yanında veya şiir müziğin yanında devam
ettirerek bu özdeşleşmenin gerekliliğini kavramıştır. Günümüz müziğinin yeterli yetkinliğe
ulaşması popüler müzikle engellendiğini söyleyebiliriz. Bunun yanında şiirle müzik
arasındaki diyalektik bağın kavram düzeyinde ortaya çıkarılması yeterli olmadığı gibi
modern şiirin içindeki bazı akımların şiirle müzik arasındaki bağı koparttıklarından bu
diyalektik ilişki görünmüyor. Bizde İkinci Yeni ve devamcıları şiirle müzik arasındaki
ilişkiyi kopartmıştır diyebiliriz. Yine de şiir içinde bu duygu yoğunluklarının, yığınaklarının
ben bu duyguyu yaşamıştım hissini yetersizde olsa devam ettirdiğini söyleyebiliriz. Şiir
sanatının uzun süre hala ayakta kalacağına dair bendeki inanç şiirin yarattığı bu
özdeşleşme duygusundadır. Diğer sanatlar bu duygu yoğunluklarına dair bu kadar geniş
bakmaz.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

ÇOK OKUNANLAR

TGC-TYS-PEN Yazarlar Derneği basın toplantısı düzenliyor

“İnsanlık suçunda zaman aşımı olmaz!” Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Pen Yazarlar Derneği Sivas'ta 2 Temmuz 1993'te 33 yazar, aydın ve sanatçının gericiler...

Türkiye Yazarlar Sendikası FeshaneArt’ta Sanatçıların Yanında

Türkiye Yazarlar Sendikası FeshaneArt’ta Sanatçıların Yanında Türkiye Yazarlar Sendikası, öteden beri çağdaş sanat eserlerine yönelik gerici saldırı ve baskılarla, sergi düzenleyicileri ve sanatçılara karşı açılan...

Maya e-dergisinin beşinci sayısı yayına girdi!

Maya Sanat Kültür Kolektifinin hazırladığı  Maya e-derginin beşinci sayısı yayına girdi. Bu sayıda Sanat ve Irkçılık başlığına dair yazılar ve Şiirler, Öyküler ve teorik yazılarla ufuk...

Demokrasi güçleri dayanışma gecesinde buluşuyor!

Cumhuriyet, Birgün ve Evrensel gazetelerinin oluşturduğu dayanışma platformu, 16 Eylül’de TELE1 ile dayanışma gecesi düzenliyor. Etkinliğe bilet almak için tıklayın. Türkiye, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180...

SON YORUMLAR

Muge on  OKUMAK
Sabiha yılmaz on  OKUMAK
Ikbal kaynar on SALİH BOLAT VEFAT ETTİ
Mehmet Konyali on GICIR GICIR
Bilgehan Oğuz on “ÖDÜL SİSTEMİ”
Rasim Aşın on “ÖDÜL SİSTEMİ”
Ikbal kaynar on 46’LI
Yuksel on HIDIR DAYI
Gülbahar Yılmaz on ABU
Mustafa Düzgün on İZLER
B.Nur Erkoç on İZLER
Nur Erkoç on ASKIDA EKMEK
Özgür BAŞKAYA on #YargıtayTahliyeEt
Prof. Dr. İbrahim Bozkuş on HAŞHAŞ GAZETESİ VE KAYMAKAM ABDÜLKADİR AKSU
Ikbal kaynar on ŞİİRİM ISITIR SENİ
gulhan genc on ASKIDA EKMEK
Perihan sever dirican on BOŞ EV
Rafet Canpolat on BOŞ EV
Atilla IŞIK on BOŞ EV
Deniz on BOŞ EV
Arif Sürücü on ASKIDA EKMEK
Perihan sever dirican on ASKIDA EKMEK
Neslihan Sultan on ÖZLEDİĞİM ÇINAR ALTI
Neslihan Sultan on ÖZLEDİĞİM ÇINAR ALTI
Neslihan Sultan on ÖZLEDİĞİM ÇINAR ALTI
Neslihan Sultam on ÖZLEDİĞİM ÇINAR ALTI
Gökhan GURBETOĞLU on ÖZLEDİĞİM ÇINAR ALTI
Gürel SÜRÜCÜ on HAYIR BABA TÜRBESİ
İlter koçak on HAYIR BABA TÜRBESİ
Fikret Ökmen on GUNDİ
Perihan sever dirican on GUNDİ
Hatem on GUNDİ
Selim DURMUŞ on GUNDİ
Hüseyin Ceylan on BERBER  
Tacettin Mert on İŞÇİ
Tacettin Mert on AGORA MEYHANESİ
Gökhan GURBETOĞLU on ANNE ÖP DENİZİ
Songül on ŞİDDET
İsmet Çallıbay on ANNE ÖP DENİZİ
Erdem KAYA on İKİ ARADA BİR DEREDE
Gürel Sürücü on ŞİİRE DAİR ÖNERİLER (2)
Hulusi keleş on AYRIK OTU
Gürel on AYRIK OTU
Mehmet İşbitiren on AYRIK OTU
Bir amatör futbolcu on AMATÖR TİYATROCULARIN DRAMI
Hasan GÜL on KUTSAL EKMEK