KESİLEN ZAMANLAR
Havadaki bulutların ağırlığı sırtına binmişti. İç bunaltısının üstüne cila yapmıştı. Nefes almak işkenceydi. Yaz sıcağından da beterdi bu nisan günü. Hararet basan bedenini bir yere sığdıramıyordu. Şişmiş bedeninin üstünde bol kıvrımlı beyni pelteye dönmüştü. Oysa pikniğe gidecekti. Rakı başkasından, etler ondandı.
Kasaba girdi. Varsa terbiyeli yoksa terbiyesiz kuşbaşı siparişi verdi. Kasapta başka piknikler de vardı. Bu havada basit bir kumar oynayacaklardı. Hava açarsa devam, yağarsa tası tarağı toplayıp kaçışma heyecanı… İçerideki çiğ et kokusu onu deli ediyordu.
Sıkıntıyla bir sağ ayağının bir sol ayağının üstüne bedeninin ağırlığını verdi. Gözlerini tavana dikip bir kurtuluş çaresi aradı. Sonra birden tezgâhın üstündeki satırı kaptığı gibi vitrinde tavana asılmış, poposuna bir demet maydanoz takılı hayvan gövdesini boyuna ortadan ikiye böldü. Maydanoz tel tel ayrılıp kasaptakilerin üstüne düştü. Yere bir damla kan aktı. Bir süre gözünü kandamlasına dikti. Kandamlası büyüdü, büyüdü, tüm zamanları kapladı. Bir süre sonra kafasını yukarı aşağı sallayıp beynini yerine oturttu. Elindeki satırı havaya kaldırıp teatral bir duruşla kasaba, çalışanlarına, piknik tiplere hitaben konuşmaya başladı.
“Şimdi ben zamanı, tam ortadan ikiye kestim. Sol yanı geçmiş ki bizi biz yapandır, kurtulmak yerine, acı verse de sarılmamız gerekendir. Sağ yanı şimdidir, var olma anı yani. Doya doya yaşanması gerekendir hüznüyle, acısıyla, sevinciyle, gönenciyle… Gelecek zaman kipini pek sevmem. Gelecek, daha gelmedi ki ona zaman ayırayım. Günlerdir bunu nasıl yapacağımı düşünüyordum. Gökyüzündeki ağır bulutlar tepemden, buradaki ölü kokusu her yerimden üstüme çullanınca anladım. Zaman bütünken çok ağır. Bölün onu. İster benim gibi ister başka biçimde. Kasap usta, anladın sen beni. Kuşbaşılarını başkasına sat. Ben gidiyorum. Herkese iyi bayramlar, mutlu Noeller, hayırlı piknikler…”
O gitti. Ardında ayrık ağızlarını el yardımıyla toplamaya çalışan bir kalabalık bıraktı. Bir tek kasap şaşırmamıştı. Anlayışlı bir gülümsemeyle kollarını göğüs hizasında kavuşturmuş, bir ayağını öne uzatmış duruyordu. Herkes ona bakıyordu. Açıklama yapması gereken oydu. Önünde kavuşturduğu kollarını açtı. Ayaklarını aynı hizaya getirdi. Boğazını temizledi. Aklına, bir önceki seçimde ilçe belediye başkanı adayı olduğu geldi. Gülümsedi yine. Açıklamasına başladı.
“Sayın müşterilerimiz, az önce gördüğünüz kadın, ne delidir ne çılgın. Yıllardır benden alışveriş yapar. Mahalleden nadiren çıktığı zamanlar dışında aynı fırına, aynı bakkala, aynı tekel bayiine gider. Evet, sıkı içicidir. Ağzıyla içer ama. Hayatımda gördüğüm en zeki, en tuhaf, en insan kadındır. Baktığının ötesini görür. Bir yeni zaman azizesidir. Bulunca yer, içer, gezer… Bulamayınca evinin balkonunda oturup gökyüzüne bakar. Ne iş yaptığı değil, nasıl yaptığı önemlidir. Onu bir kere evinin camlarını silerken görmüştüm. Çocuk sever gibi siliyordu camları. Özenle, incitmeden. Hakkında çok şey söylenir ama bunlar itinayla gizlenir. Duyarsa aha şu hayvan mevtası gibi biçer ortadan ikiye. Yanlış anlaşılmasın, sözleriyle keser adamı. Hem de öyle bir keser ki on yıl kendine gelemezsin. Bana niye mi inanacaksınız? Çünkü kamyon şoförleriyle kasaplar yalan söylemez.”
Müşterilerden biri, üniversite öğrencisi olan, kasabın söylediklerini en hayranlıkla dinleyendi. Hamamdaki kurnada hamam tasının yüzdüğünü gören Arşimet’in, kafasına elma düşen Newton’un sevinciyle asıl alacağını almadan çıktı kasaptan. En yakın arkadaşını aradı telefondan. “Buldum olum, buldum sonunda!” dedi. Ceketini savura savura gitti.
Nuray KARADAĞ