Dev bacalar yükseliyor üstümüzden
Kemiklerimizden gökdelenler
Kimler basmıyor bu dağ yüreğe
Basıp da devleşmiyor kimler
Nice şirketler nice bankerler
Nice petrolcüler nice armatörler
Kasalar bankalar holdingler
Silah fabrikatörleri işbirlikçiler
Ve daha niceler daha niceler (1)
İşçi sınıfı, tarih sahnesine bir aktör olarak çıktığından bu yana hayatın her alanında çetin mücadelelerden geçti/geçiyor. İşyerlerinde, evde, okulda, hastanede hem insanı insanlıktan çıkaran bir sömürü çarkının dönebilmesi için etiyle, kanıyla, canıyla bir dişli olmak hem de ürettikleriyle bütün insanlığın devamlılığını sağlamak. Fakat işçi sınıfının bu çark-dişli analojisi kesinlikle işçilerin, canlarını türün devamlılığını sağlamak adına gönüllü feda ettikleri anlamına gelmiyor. Mülkiyet ilişkilerine, kapitalist üretim sistemine bağlı olarak yaşamlarını devam ettirecek tek sermaye kaynağı emekgücü olan işçi sınıfının bu düzen içerisinde başka bir seçeneği yoktur. Ölümü göze alarak, karın tokluğuna çalışmak… Dolayısıyla insan hayatına üretimde bir girdi olarak bakıldığı, her şeyin metalaştığı ve ölümün bile neredeyse etiket fiyatıyla ikame edildiği bu düzeni, insan onuruna yakışır bir biçimde dönüştürmeye çalışmak yine işçi sınıfı öznelerinin omuzları üzerinde yükselegelmiştir. Bu özneler içerisinde hiç kuşkusuz en büyük sorumluluk paylarından birisi de halkın aydınlarına düşmektedir.
Maddi gücü elinde bulunduran egemen sınıfın, üst yapıyı(kültür, sanat, düşün dünyası, hukuk…) kendi çıkarları odaklı hâkimiyet altına alma girişimleri kaçınılmazdır. Karl Marks egemen sınıfın üst yapıyı da hakimiyeti altına alma durumunu şöyle ifade eder: “Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda, zihinsel üretimin araçlarını da emrinde bulundurur, bunlar o kadar birbirinin içine girmiş durumdadırlar ki, kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfa bağımlıdır. Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikirsel ifadesinden başka bir şey değildir.”(2) Egemen gücün üst yapıyı kapitalist birikim sürecine uygun örgütleme hattı karşısında halkın aydını işçi sınıfının, ötekilerin yani çoğunluğun haklı sesi olmuş, yine burjuva kültür sanat anlayışına karşı alternatif olarak toplumsal/sosyalist gerçekçi kültür sanat anlayışını işçi sınıfıyla buluşturmaya çalışarak bu bağımlılık zincirini ürettikleriyle kırmaya çalışmıştır. Her ne kadar bu hayat görüşünün ve kültürel üretimlerinin sonucu sürgünler, mahpushaneler ve hatta faili meçhul cinayetlere kadar uzansa da halkın aydınları bildiklerini söylemekten, söylediklerini yapmaktan bir adım geri atmamışlardır. Çünkü “ Halkın aydını savaşçıdır; en önde olmayı, en ağır bedelleri göğüslemeyi, yeri geldiğinde kılı kıpırdamadan ölümü bile seve seve kabullenmeyi bilendir. Halkın aydını cesurdur. Doğru bildiklerini hiç kimseden çekinmeden söyler, gereğini de yerine getirir. Yeri gelir, bir söz uğruna darağacına çekilmekten korkmaz.” (3)
Özellikle işçi sınıfının aşk, direniş, üretim, dostluk vs. yani gündelik hayatının görünür kılınması, yaşamlarının farklı boyutlarının estetize edilerek, çarpıcı imgelerle anlatılması noktasında halkın aydınlarının kullandığı en güçlü kültür üretimlerinin başında şiir gelmektedir. “Bu bağlamda şairlerin/aydınların işçiler hakkında, emek konusunda, toplumsal direnişi, sınıf çatışmasını, hak ve özgürlük mücadelesini dile getirdiği birçok şiiri bulunur. Öyle ki onların hemen hemen her yapıtı, şiiri, hatta her dizesi döner dolaşır sözünü işçiye, emeğe, mücadeleye, direnişe, hak arayışına getirir. Nazım Hikmet’in Türkiye İşçi Sınıfına Selam, Ahmed Arif’in Yalnız Değiliz, Enver Gökçe’nin Dost, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in Kavel, Can Yücel’in İşçi Marşı, Adnan Yücel’in Bu Gökyüzünde Grev Var şiirleri verilebilecek örneklerden en bilinenleri sayılabilir.”(4) Tüm bu aydın/şairler içerisinde özellikle işçi sağlığı ve güvenliğini konu edinen ve bu konuyu etkileyici bir şekilde şiire döken Adnan Yücel’in “Emekçiye Şiirler” adıyla iki bölümden oluşan ilk şiiri önemli bir yerde duruyor. Şiir ilk olarak Yeni Adımlar dergisinin Aralık 1974 tarihli 24. sayısında yayımlanır. O sıralar Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nde öğrenci olan Yücel’in bu şiiri, aradan geçen onlarca yıla rağmen işçi sağlığı ve güvenliği konusunda, çalışma yaşamının düzenlenmesi noktasında ne kadar yerinde sayıldığını gösteriyor. Emekçiye Şiirler şöyledir: “Eğer varsa tezgâhın birinde kan!/ Kırılan bir kaval kemiğinin/ Çatırtısı geliyorsa dişlilerden !/ Ya bir kolundur parçalanan/ döner çarklar arasında,/ Ya bir parmağındır uçuşan/ Keskin doğrama bıçaklarında…/Yine yırtıyorsa havayı çığlıklar,/ Başlar ayrılıyorsa gövdelerden/ Bil ki, arkadaşlarındır savrulan/ Korkunç grizu patlamalarında/ Tüm bunlar nedendir biliyor musun?/Hep sunulsun diye seni/ Bir tutam cani/ bir tabak kanı/ Ve bir bardak gözyaşı olarak/ Beylerin görkemli sofralarına.
Seni tepeden kuşbakışı görenler/ Ya işyerlerinde bilirler tozlar içinde/ Ya da üstü açık servislerinde bilirler/ Soğuk sabahların erken saatlerinde/ Ama bilmezler/ Bilmek istemezler ki beyler/ gezindikleri bulvarların her adımında/ Kaygan asfaltların her karışındasın sen/ Kat kat yükselen binalardasın/ En güzel yıllarını çürüttüğün/ Mahpushane duvarlarındasın sen/ Onlara içilecek su kadar önemli/ Solunacak hava kadar gereklisin/ Çünkü emekçisin, alın terisin sen…/ Sen onlar için tüketirsin ellerini/ Onlar için didinirsin hayatın boyunca/ Oysa onlar/ Onlar hiçbir şey vermez sana/ Seni onlara tutsak edeni/ Kahpe bir zincirden başka.” (5)
Şiir, maden işkolundan inşaata, mevsimlik tarım işçilerinden metal, deri, nakliye ve dokuma iş koluna kadar dâhil edebileceğimiz, çalışma hayatında meydana gelen birçok iş cinayetini/yaralanmaları sade, akıcı ama sarsıcı bir şekilde gözlerimizin önüne getiriyor. 13 yaşında çocuk işçi olan, pres makinesine sıkışarak can veren Ahmet Yıldız’ın(6) , makine başında kopan binlerce parmağın, elin/kolun acısını, acıdan arta kalan çaresizliğin ve evine bir daha ekmek götürememe telaşının iç çekişlerini mısralarda duyabiliyorsunuz. Ya da şiir, Kozlu’da, Soma’da, Yeni Çeltek’te, Ermenek’te, kayıt dışı madenlerde, adını bile duyduğumuzda direkt ölümle tanımladığımız grizu patlamalarında yitirdiğimiz binlerce madencinin göçüklerden çıkarılırken canlı yayınlardan verilen kömür kadar kararmış, parçalanmış cesetlerinin görüntüsünü körelmiş hafızalarımızdan birden hortlatabiliyor. Şair, aydın sorumluluğunu sırtına yükleyip, güneşi kaleminin ucuna takıp karanlıkta kalmaya yüz tutmuş iş cinayetlerinin üzerine küçük ışıklar serpiştirerek teşhir ediyor, tartıştırıyor. AVM inşaatında çalışırken şantiyede çıkan yangınla, aynı şekilde yüksek katlı rezidanslar ve konutlar inşa ederken onlarca kat yükseklikten düşerek canlarını yitiren inşaat işçilerinden tutun da üç kuruş yevmiyeye çalıştırıldıkları yetmezmiş gibi sözde milliyetçi hezeyanlara kapılan güruhlar tarafından saldırıya uğrayan, darp edilen, aşağılanan, çadırı yakılan, servis kazalarında hemen her sene can veren mevsimlik tarım işçilerinin, adına çalışmak denilerek nasıl ölüme sürüklendiğini bizlere hatırlatıyor. Adnan Yücel, Karl Marx’ın yıllar öncesinde açık bir şekilde teorize ettiği iş cinayetlerinin nedenini(7) aynı açıklık ve sadelikle, “Tüm bunlar nedendir biliyor musun?/Hep sunulsun diye seni/ Bir tutam cani/ bir tabak kanı/ Ve bir bardak gözyaşı olarak/ Beylerin görkemli sofralarına.” diyerek yine Marx’ın, “Sermaye ölü emektir ve ancak vampir gibi canlı emeği emmekle yaşayabilir, ne kadar çok emerse, o kadar çok yaşar”(8) tespitine oldukça benzer bir vurguyla açığa çıkartmış oluyor.
Sonuç olarak, Adnan Yücel aydın olmanın sorumluluğunu bütün yaşamı boyunca işçi sınıfı safında üretmekle üstlendi. Toplumsal mücadeleye inandı. Toplumsal gerçekçi anlayışı benimsedi. Ürettiklerinin sınıf mücadelesine katkısını hep bir üst noktaya taşımaya çalıştı. Hayatın somut gerçekliğinden hareket etti hep. Bu yüzdendir ki ilk şiirinin konusunu işçi/emekçi şiirlerinde en az işlenen konu olan iş cinayetleri üzerinden kurguladı. Dolayısıyla 1974’te yayımlanan bu şiir, iş cinayetleri konusunda yaşanılanları geçmişle kıyaslamak ve bu gün bu konuda ne kadar mesafe kat ettiğimizi düşündürmek açısından önemli bir yerde duruyor.
Kaynakça
Deste, Mehmet. “Acının, aşkın ve Kavganın Şairi Adnan Yücel”, Güney
Kültür. Sanat. Edebiyat Dergisi, No:100, (2022/4-5-6).
Marx, Karl, Friedrich Engels. Alman İdeolojisi Feuerbach, Sevim
Belli(çev.), 7.Basım, Ankara: Sol Yayınları,( 2010).
Marx, Karl. Kapital 1. Cilt, Mehmet Selik ve Nail Satlıgan(çev.), 6.Basım,
İstanbul: Yordam Kitap,( 2014).
Marx, Karl. Kapital 3. Cilt, Mehmet Selik ve Erkin Özalp(çev.), 1.Basım,
İstanbul: Yordam Kitap,( 2015).
Yücel, Adnan. Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek, 7. Baskı, Ankara: Yurt
Kitap-Yayın, (2014).
Zafer, Ümit. Onurlu Aydın Biyografileri-1, 1. Basım, İstanbul: Tavır
Yayınları, (2010).
Topaloğlu, Enver. https://www.gazeteduvar.com.tr/isci-ve-emek-siirleri-haber-1504421, Erişim Tarihi(30.04.2022).
https://m.bianet.org/bianet/cocuk/160150-ahmet-yildiz-turkiye-de- adaletin-ve-cocuk-isciliginin-ozeti , (Erişim Tarihi:03.05.2022).
- Bu yazı İSİG-e dergi/3: İşçi Sağlığı ve Güvenliği Mücadelesinin Güncel Sorunları’ da yayımlanmıştır.