HIDIR DAYI
Hıdır Dayı’ya
En fazla üç kişinin sığacağı odada dört kişi çalışıyordu. Sabahın ilk ışığıyla o küçük odaya baktığımda Hıdır Dayı’yla göz göze geldim.
Dayı, “Bizim çocuk, gelsene çay söyleyeyim.”
Şaşkınlıktan küçük dilimi yuttum. Bir an öylece kaldım. Birisinin evlenme teklifi gibi bir şeydi.
“Hadi gel, heykel gibi dikilme. Orada kazık yemiş gibi duruyorsun. İçerinin havasını engelliyorsun, zaten az oksijen alıyoruz, hadi hadi.” dedi.
Bir bacağı kırık sandalye buldum. Masanın kenarındaki yerde yığılı birkaç klasörü yan tarafa bıraktım, iliştim yanına. Kollarımı masanın üzerine koyacağım ama yer bulamadım, bir tanesini yine de yerleştirdim diğer kolum da her an düşebileceğimi düşünerek sandalyenin bacağında…
Çay söylemesine gerek kalmadan kara kuru pigme jokey gibi birisi girdi. “Hıdır Dayı çay içer misiniz?” dedi. Diğer masalara içer misiniz demeden masalarına çiçek bırakır gibi pıt pıt çayları bıraktı. Hıdır Dayı, o bariton sesiyle “Bize iki çay bırak!” dedi çok sert şekilde. Çaycı tabaklardaki şekerleri alacaktı ki “O ne oluyor, bırak şekerleri, çay parasını eksik mi alıyorsun” dedi. “Dayı sen şekersiz içiyorsun ama” dedikten sonra ters ters baktı.
Hıdır Dayı altında mı kalır hemen yapıştırdı lafı. “Benim şekersiz içmem bardağın yanında şeker olmayacağı anlamına gelmez. Ağzımızın tadını kaçırdın en azından onunla tatlandırırız.” dedi. Çaycının dalgacı haline çok kızdı. Bir tür laf sokmalara bu saatte başlanması onun canını sıkmıştı.
Çaycı yine çıkarken dayıya milli piyango vurmuş olmalı diyerek hızla kapıdan çıktı gitti. “Yeğen bunlar böyle işte.” dedi.
“Nasıl yani dayı?”
“İşte öyle” dedi. Biraz kederliydi ve devam etti. “Yeğen, Allah izin verirse bu yıl sonu ayrılmayı düşünüyorum artık.”
Dayı bildiğim kadarıyla sen ayrılmasan da onlar ayıracak değil mi? dediğimde. “Lan yeğen sen de onlar gibi oldun, kendilerine benzettiler seni.”
Gündemi değiştirmek istedim. “Dayı sen yine işleri bitirmişsin iş sadece evrak kayıta kalmış.”
“Evet, yine kargalar bokunu yemeden, gün ışığının toprağa düştüğü an itibariyle ayaktaydım. Ne yapayım bu yaşta uyku tutmuyor. Sokağa çıktığımda birkaç zağar da benimle buraya kadar geldi. Burası gün içinde bildiğin mesele. İnsan bu gürültü patırtının içinde verimli olamıyor. Her türlü hazırlığı yaptım. Sadece imza kaldı.”
“Maşallah dayım. Performansına diyecek yok.” dedim en güçlü sesimle.
Çayları bitirdik. Karşı masadan Ali Bey, “Hıdır Bey betin benzin atmış, hayırdır?”
Birden panik oldu. Masaya bırakamadan elindeki bardağı düşürdü. Bardağın beton zeminle bulaşması ortamı buz kesti. Sağına soluna bakıyor. Niye öyle yapıyor diye anlamaya çalışırken meğer kırık bir aynası varmış onu arıyormuş. Sonunda buldu. Sabah mahmurluğundan başka bir şey değildi. Ama mesai arkadaşının işgüzarlığı işte. “Yeğen sahi, rengim gitmiş mi?”
“Dayı yahu normalsin. Adamın gözündeki gözlüğe baksana. Önündekini göremeyen adam o mesafeden senin yüzünün rengini nereden görecek. Seni kızdırmak için yapıyor. Zaten ona ‘Dalgacı Ali’ demiyorlar mı? Hafif beyazlık var ama sen kaç saattir burada çalışmışsın, enerjin bitmiş. O da ondan başka bir şey değil. Her lafa kafa yorma.”
Elindeki kırık ayna parçasını bıraktı. Dışarıya baktı. Benim orada olduğumu bile unuttu. Tam kalkmak üzereydim ki. “Dur çocuk, dur!”
Anladım söyleyecekleri vardı. “Dayı sen hiç böyle yapmazdın. Bak buraya tayin olarak geldiğimden ilk tanıdığım insansın. Bir o zaman bana bu kadar zaman ayırmış beni yalnız bırakmamış. Şehrinize dair ön yargılarınız olmasın diye tüm misafirperverliğini göstermiştin. Ve benim yaşım kadar çalışmışlığın var. Bu yaşam deneyimlerinizden arada bir yararlandım. Arkaya baktığında gururla bırakacağın bir yaşam ne güzel, ne güzelsin.” dedim.
“Öyle mi dersin çocuk. Sende öyle bir iz bırakmışsam ne mutlu bana. Düşündüğüm şey emeklilikte ne yaparım. Hiç alışık değilim zamanımı başka bir şeyle geçirmeye. Yatarak geçireyim desem, beni uyku tutmuyor. Baksana sabahın köründe işe geliyorum yapacak bir şey bulamadığım için. Benim için çalışarak geçen zaman dolu zamandır. Yatarak geçen zaman ölü zamandır. Biz anadan babadan böyle görmüşüz.”
Kambur Mehmet Bey kapının önünden geçti “Baylar, bayanlar hazırlanın; birazdan olacak merasim için.” dedi ve oradan rüzgâr gibi geçti.
Ben de “Müsaade eder misin? Dayı yerime bir oturayım, hem de siz daha fazla oksijenden yararlanın.” dedim ayrıldım. Masama oturduğumda evraklar Hazar Dağı kadar olmuş. Bir çay bardağını koyacak kadar yer bile yoktu. Hey gençlik bu evrakları nereden toplayıp koydunuz. Şaka yapıyorsunuz değil mi?”
“Yooo, niye yapalım kaç saat oldu yoktunuz. İş birikti.”
Bir nazire gördüm arkadaşlardan. İşinin başında ol. Bak iş büyüyor der gibiydiler. Duyurudan sonra hazırlandık, langur lungur indik kapının önüne. Bu kez, vişne rengi mermerden yapılmış merdiven badallarından daha yavaş şekilde indik. Bu mevsimde sabah kırağısı daha kalmamış olabilirdi. Tedbirli olmakta fayda vardı. Anıtın önüne vardığımda alan da iyice kalabalıklaştı. Çoğumuz giydiğimiz kaba elbiselerimizden taktığımız kaşkollerden tanınır halde değildik birbirimize. Tam tekmil anıtın önünde sıraya girmeye çalışan çalışanlarda bir çaba gördüm. Beş dakika vardı ki merdivenlerin alt basamaklarında bir küçük kalabalığın biriktiğini gördüm. Uzun saçlı bir bayan, “Ambulans, ambulansı arayın!” diyorken, başka birisi; “112 acil servisin numarası neydi?” diyor. Diğer birisi “Ben aradım.” diyor, başka birisi daha güçlü yüksek sesle içinizde “İlkyardımdan anlayan birisi yok mu?” diyor. Aklıma iki yıl önce aldığım eğitim geldi. Ama nasıl uygulayacaktım ki, heyecanlandım. “Tamam, tamam ben bir bakayım.” dedim. Hızla olay yerindeydim. “Açılın! Açılın!” dedim.
Yerdeki Hıdır Dayı’ydı. Hafif hafif nefes alıyordu. Nabız düşük de olsa atıyordu. Kravatını çıkarttım. Gömleğinin düğmelerini açtım. Olayı sordum. “Kayarak mı düştü, yoksa bayıldı mı? dedim.
Dalgacı Ali Bey, birlikte çıktık. “Lan çocuk bu son merasimim.” dedi. Kabanını bile almadı. “Ne olacak, kaç dakika kalıyoruz ki?” dedi. Şaka yaparak buraya kadar geldik. İşte şu son badala gelince “Ali bana bişey oluyor” dedi. Arkasından zorla yetiştim. Kafasını yere vurmadan tutabildim, ama adam iri yarı, tam mukayyet olamadım. Yığıldı kaldı buraya. “Ama kafasının yere çarpmasını engelledim.” yineledi.
Ambulans sirenleri, fabrika sirenlerine, araba kornalarına karışık ortalığı doldurdu. Ambulansa bindirdik, tüm ses kalabalıklarının içinde. Gitti.
Olayin içinde yasadim adeta…ellerinize yüreğinize saglik 9