HAYIR BABA TÜRBESİ
İyiden iyiye fotoğraf çekmeyi bıraktım. Hoşlanmadığımdan mı, bıktığımdan mı yoksa konu bulamadığımdan mı bir türlü anlamadım. Eskiden deklanşöre basarken keyif alırdım. Şimdilerdeyse “Bassam ne olur, basmasam ne olur?” diye bir düşünce yolculuğuna çıkıyorum.
Eylem, tekrarında aynı sonuçları doğuruyorsa bir süre sonra bunun sıkıcılığı başka oluyor. Oysa her eylem devamında farklı sonuçlar yaratmalı ve yaşanılan her farklılıkta daha heyecan verici olmalı. Yoksa boğan, kasan bir süreç cidden sıkıcı! Hafta sonu yatağımdan pencereye doğru baktığımda ışıklar, gözlerimle oynaşıyor sanki. Işık beni mi çağırıyor Emek Mahallesinde, emek öykülerini çekmek için.
-Haydi, ne duruyorsun diyordu? Bu kadar tembellik yeter. Yataktan bu çağrıya göz kırparak kalktım. Gel-gitlerime rağmen makinem ve tripodumu sırtıma alarak sokağa fırladım. İlk gelen otobüse atladım. Boş yer aradı gözlerim ve bir süre yaşlı bir kadının yanında yer buldu. O elinde 99’luk tespihi çekmekte iken “Müsaade eder misiniz?” dedim. O gözlüklerini burnun üstüne iyice yerleştirerek “Buyur evladım buyur, yükün de ağır, ayakta kalma.” dedi.
Gözlüklerin altından bana bakıyordu, görüyordum. Bir şey deyip dememe noktasında kararsızdı. Elindeki tespihi toplayıp çantasına koyduğunda bana döndü. “Gazeteci misin evladım?”
“Hayırdır teyzem, nereden çıkarttın?” dediğimde “Yükünle kalabalıkta seni böyle görünce televizyon ekranında gördüğüm o adamlara benzettim, bilemedim kusura bakma.” dedi.
“Yoo önemli değil teyzem.” dedim.
Teyze konuşmak istiyordu belli, dertli. “Şu üçayaklı şey neye yarıyor ki?” dedi.
Baştan başlamak gerekiyordu. Anlatmaya başladım. O arada iki genç takımlarının fularlarını takmışlar birbirleriyle de şakalaşarak bizim önümüzdeki tutma direğine kadar gelip sarıldılar, mırıldanıyorlardı. Ben devam edince konuşmalarını kesip kulak kabartılar, fark ettim. Dinleyicim birden fazla olunca tane tane anlatma gereği duydum.
“Buna ‘tripod’ diyorlar. Yani üçayak. Fotoğraf veya video çekimlerinde ışığın yetersiz olduğu durumlarda, uzun pozlamalarda ve netliğin önemli olduğu çekimlerinde işimizi kolaylaştıran bir gereç. Fotoğrafçıların da önemli ekipmanlarından bir tanesi aynı zamanda. Yani daha kaliteli sonuçlar alıyorsun.” dedim.
Teyzem başını çevirip dışarıya dalgın dalgın bakmaya başladı. Söz bana gelmişti. Merak ettim! “Hayırdır teyzem hafta sonu sen de göçü gölebeği yüklenmiş nereye gidiyorsun böyle?” dedim.
“Ah evladım, sana gazeteci misin dediğimde derdim büyük. Bizim oğlan üniversiteyi bitireli 4 yıl oldu. Henüz bir işe yerleştiremedik. Bildiğim tüm duaları ettim ama nafile. Adamın olmayınca bir yere yerleşmiyor insan.”
“Teyze senin oğlan iyi notlar alamadığından olmasın!”
“Olur mu oğlum olur mu? Çocuk üniversiteyi dereceyle bitirdi. Okulda hocası kal demiş o da; ‘Yok, benim amacım daha farklı’ gibi şeyler demiş, orada kalmamış. Şimdi açıkta kaldı. Çok kızdım ama ne yaparsın.”
“Anladım da bu yolculuğun onla olan ilişkisi ne ki?”
“Ah evladım bak şu ileride bir ‘Hayır Baba’ türbesi var. Oraya çörek pasta vs. yaptım, bırakacağım.”
Sözünü kestim “oradan beklentilerin var sanırım.”
“Bu kez başka, artık oğlum için değil Türkiye için ‘Hayır duaları’ edeceğim.”
“Hayırdır!” dedim bu kez tüm şaşkın halimle.
“Başımızdan bu hayırsızı göndermeden kendi gibi düşünmeyenlerin hiç şansı olmayacak. Oğlum, çok ikilik yapıyorlar çok. Rahmetli Erbakan da bile böyle ikili, ötekileştirici dil yoktu. Bunlar kendilerinden olmayanlara helal lokma yedirtmemeye ant içmişler sanki! Bu kez dualarım hayırların yüksek çıkması ve onlara bir ders olması için hayırlısıyla.” demez mi!
Sonra tekrar bana dönerek; “Evladım, zahmet olacak şu düğmeye basar mısın?” dediğinde yüzüne derin derin baktım. Başımı çevirdiğimde orada ilk defa bir durak olduğunu fark ettim. Kısmen dağlık bir yer içinde cılga, içerlere doğru gidiyordu. Sanırım bir yerlere götürüyor insanı ama nereye? Otobüs durdu. Teyze kalktı.
“Evladım, hayırlı yolculuklar.”
“Sağ olasın teyzem, sağ olasın.”
Teyze indikten sonra kapı kapanmadan göz göze kaldık. “Hayırların kabul olsun teyzem.” dedim kapı kapanırken. Uzaklaştı otobüs oradan. Yanıma biraz önce kulak misafiri olan gençlerden birisi oturdu.
“Abi buralarda yenisiniz galiba?”
O da anlaşılan konuşma arzusu içinde kavruluyor. Onun da söyleyecekleri olmalı dedim kendi kendime.
“Hayır, yeni değilim. Nereden çıkarttınız ki?”
“Abi çalımın, giyimin, kuşamın buraları andırmıyor da ondan.”
Şöyle bir kendime baktım. Onlardan farklı ne giymiştim ki? Aslında tek farklı olan boğaz fularımdı. Başka bir hava yaratmış, o da gözüne çarpmış ya da batmıştı.
Bu kez ayaktaki genç, “Osman ne dediğini bilmiyor abi. Asıl senin teyzeyle konuşmana kıllandı, sözüm ona laf atıyor sana.” dedi.
Sonra Osman’a döndü: “Öyle değil mi Osman’ım?”
Osman, “Hiç de öyle değil. Teyze devletimizi kötülemek için saydı saydırdı. Güçlü Türkiye Güçlü lider lazım.” dedi.
“Bu da bir bakış açısı. Sanırım burada anayasayı tartışacağız önce, değil mi? Bizim için ne getiriyor ne götürüyor, ona bakıp bir perspektif sunmak gerekecek?” dedim.
Osman’ın arkadaşı söze girdi. “Abim bak! Biz bunlar iktidara geldiğinde ilkokuldaydık. Eğitimi öğretimi yapboza çevirdiler. Ve bunun sonucu olarak Osman’la imam hatibe gitmek zorunda kaldık. Oysa benim hayalim başkaydı. Osman’ın hayali yine aynıydı, devam ediyor hayal kurmaya. Futbolcu olmak istiyor.”
Osman, “Öyle mi Ali, senin hayalin neymiş yoksa başkan mı olmak?” dedi ve eliyle önündeki direği sıkarak gözlerini arkadaşına dikti. “Bak kanki şu yolları kim yaptı. Eskiden burada eşekle zor gidiyordun. Şimdi ise bir saatlik yol 20 dakika. Bunu hemen unutuyorsun.”
Otobüsteki tüm yolcular artık gözlerini, kulaklarını bizim olduğumuz noktaya dikmiş olup bitene tanıklık ediyorlardı. Gündemin sıcaklığı herkesi sarmıştı.
Ali, “Kanki beni söyletme şimdi, sen kaç yaşına gelmişsin, üniversiteyi kazanamamış, askerliği ertelemek için açık bir okula açıktan kaydolmuşsun, şu gideceğimiz maç için bile baban izin vermemiş. Para yok pul yok. Güçlü Türkiye’den bahsediyorsun.” dedi.
Bu iki arkadaşın sohbeti daha hoştu. Yaşanan olayları kendi açılarından değerlendiriyorlardı. Birisi yaşadıklarından sonuç çıkartmış, diğeri halen bir ruhani âlem yaratmış, onun içinde debeleniyordu.
Osman’a döndüm. “Osman dememde sakınca yok değil mi? Kankan olayın özetini bir çırpıda anlattı. Bu değişiklik Türkiye’de yaşayan halklar için ne getiriyor. Benim için, senin için. Bak Osman senin için iyi bir madde var. Seçme ve seçilme hakkını 18 yaşa indiriyorlar. Biraz çaba gösterirsen milletvekili olmanın önü açıldı.”
Ali söze girdi, “Abi sen seçmeyi boş ver. Osman kendi mesleğini seçecek noktada bile değil. Babasına ‘Futbolcu olacağım.’ dedi, adam kafasını uçurup top yerine oynayacaktı. Haramdır, günahtır diye futbol oynamasına karşı. Anayasa’da 18 yaş olsa ne olur ki!”
Osman’ın rengi attı. Kankası onun gerçeğini bir çırpıda ortaya serince söyleyecek çok sözü kalmadı. Tam arkamda oturan yaşlı adam, “Gençler gıybet yapmayın günahtır.” dedi.
Osman sesin geldiği yöne baktı. Yaşlıyı süzdü. Döndü yönünü Ali’ye. “Kanki bu maçı alır mıyız dersin?” dedi.
Ali, “Hayırlısıyla alırız. Takımı sağdan soldan toplandık ama kolektif hareket ederlerse sağlam görünüyor. Bu kez başaracağız gibi. Birlikte çalışırlarsa kazanma şansımız % 60 gibi.”
Osman, “Hay ben senin yüreğini yiyeyim. Ne güzel söyledin.”
“Bu durakta inip biraz yürüyelim mi?”
Osman, “Hayır kanki ruhum çok yorgun, ayaklarım da bu yürüyüş için uygun değil.”
Durağa geldiğimizde birer ikişer indik. Osman, “Abi yardım edeyim mi?”
“Hayır, kardeşim hayır. Ben taşırım, eşeğe semeri yük olmazmış.”
Ali, “Estağfurullah abi, ne demek yardım anlamında demiştim. Neyse hayırlı günler abim. Işığın bol yolun açık olsun.”
Emek Mahallesi’ne araba yok, altındaki mahallere kadar gidip oradan yürümek lazım. Bu yükle de çekilmez diyerek taksiye bindim.
Taksici, “Abim nereye?”
“Emek Mahallesi’ne,” dediğimde şoför jet hızıyla geri döndü. “Abi oraların yolları iyi değil onu biliyorsun değil mi?”
Ben de fırsat bu fırsat lafı yapıştırdım. “Hani yol yapmışlardı.” dediğimde;
Taksici, “Doğru söylüyorsun abim kendi ‘yollarını’ iyi yaptılar.” deyip bastı gaza.
Gençin’den,yaşlısına kadar kimsenin bu soygun düzeninden hicmi hiç bir beklentilerinin kalmadığının,ve aynı zamanda otobüsteki yolcuların sorunların farkında oldukları ancak örgütsüz bir toplumda insanların çaresizliğinin bir resmi ….
Çok güzel özetlenmiş, akıcı şekilde bir çırpıda okudum ve bugünün koşullarını okurken içinde yaşadım kalemine sağlık. Gerçekte örgütlü toplum olmadıkçada bunlar hep kendi yollarını yapmaya devam edecekler önlerine çokan engelleride tek tek temizliyecekler. Her şey geç olmadan herkes aklını başına almalı geleceğine sahip çıkmalı.
Sinematografik bir tat aldım yazıdan, bu da yazarın görsel sanat ve fotoğraf ile uğraştığının bir göstergesi olsa gerek. Yazar kamerayı eline alıp yola düşmüş ve yolculuk esnasında yaşadıklarını bize aktarmış tıpkı Road movie (yol filmi) gibi, ülkenin durumunu yansıtan güzel bir panoramik olmuş !
Sevgili Songül;
tabii ki yazarlık serüveninde fotoğrafın çok önemli bir yeri var. Sadece gördüklerini pas geçmiyorsun, anılaştırıp anlamlaştırıyorsun.
sonra bu renk ve olaylar yazının içinden sızarak okurla buluşuyor. Değerlendirmeniz için teşekkürler. Dostlukla.