Geçen Dersimli bir akademisyen facebook sayfasından birilerini eleştiriyordu. Akademisyen arkadaşın sorunu, Dersimde ortaya çıkan her konu da yazan yazarlardı. Bu yazarlar konularına hakim olmadığı halde her konuya dair yazıyorlardı. Aslında dikkatli bakınca ülkenin her yanında bu tarz yazarları görebiliriz. Yedi sekiz aydır Malatya’dayım sağım solum bu tarz insanlarla dolu. Konusuna hakim olmayan onlarca insan yazıyor ve yazdıklarının estetik nesne olduğuna inanıyordu. Bu insanlar kendi konularına dair temel kitapları bile gözden geçirmiyorlardı. Böyle olunca ortaya bir sanat eseri çıkmıyor daha çok herkesin kendi piyasasına uygun pespaye bir kitaplar ortaya çıkıyordu. Bu sorun uzun süredir yazın alanında olsa da, kapitalizmin yeni gelişme boyutuyla ve sanal alemin iyice yaygınlaşmasıyla iyice kök saldı.
Büyük yayın dünyasında önümüzü görmemize imkan kalmadığı gibi sosyal medyada belirli çevre yapmış biri hemen nitelikli yazar diye piyasaya sürebiliyorlar. Zaten artık ortada bir sanat eserinde bahsedebilmenin imkanları gidgide azalıyor. Buna rağmen bu eserler sanat eseri gibi piyasaya sürülüyor. İşte yazın alanına kapitalist ekonominin egemen olmasıdır bu. Yayıncıların çoğunun baktığı artık yayının çok satar olmasıdır. Zaten sanat eserine estetik nesne diye bakabilen bir seçicilikten bahsetmenin imkanı yok. Fakat bu sorun sadece piyasa için yayın yapan yayınevleriyle ilgili değil, nitelikli eser üretiyorum anlayışıyla yola çıkan çoğu yayınevi piyasa için yayın üretmeyi egemen hale getirmiştir. Bununla birlikte dijital baskıcılığının artmasıyla her yayın niteliğine bakılmadan piyasaya sürebiliyor. Böyle bir yayın alanında okurun nitelikli eserleri seçebilmesinin olanakları ortadan kalkar. Olgunun böyle olması ister istemez nitelikli eserin okurda ortaya çıkaracağı estetik algıda ortadan kalkar. İşte acı olan bu. Böylece sanatçının ve sanatın yol göstericiliği ortadan kalkarken, onun yerine sosyal medyada yer yapmış veya ünlü olmuş sanatçıların veya aktris, oyuncuların yönlendirdiği bir sanal alem ve medya egemen olur. Estetik nesneyle ilgisi olmayan bu insanlar estetik nesneyi işaret eden tipler olarak öne çıkarken, Sanat eserinin ve sanat alanının çürümesine orantılı olarak bu tipler öne çıkar, belirleyici olur ve çoğalır. Günümüzde yaşanan budur.
Bu yayın alanında amaç kitabı bir tüketim nesnesine dönüştürmektir. Fakat bu yeterli değildir. Sanat eserinin veya düşünsel bir metnin ticari kaygılarından dolayı, artık sanatçı da, satışın içinde yer alan envanterdir. Kitabın piyasaya tüketim için sunulması yetmez aynı zamanda yazarın bir imajı pazarlaması gerekir kitapla birlikte. Bu yüzden çok çeşitli gariplikler ve şaşırtıcı, şok edici olgularla birlikte yazar bir bilgiç, ukala, laf cambazı, haksızlığa uğramış imajıyla veya farklı bir tip görünümüyle piyasaya sürülür. Amaç yaratılan imajı tüketim nesnesi olarak geri dönüşümünü sağlamaktır. Yeri gelir Murathan Mungan gibi saçını maviye boyar yeri gelir Yalçın Küçük gibi kırmızı fular, kalpak takar. Bütün bunlardaki temel amaç kitabı çok satanlar arasına sokarak bir tüketim nesnesi yapmaktır. Genellikle şovun içinde olduğu bu çalışmalarda, yazar halkın üstünde, İda dağındaki tanrılar gibi durur. Kutsal biriymiş gibi ama gizemli, egosu yüksek ve sistem eleştirisi yaptığını sandığımız bir saldırgan. Bu tarzla kısa sürede o devrimci geleneğin içini boşaltır ve kapitalist ideolojinin yaygınlaşmasını sağlar. Çünkü yaptığı eylem, imaj adı altında, kitabın tüketim nesnesine dönüşmesini sağlamaktır. Tabi ki bunlar sadece bir yayın pazarlamazlar aynı zamanda bir ideoloji pazarlarlar. Böylece yayınevine hızlı bir şekilde sermaye girişini sağlayacakları gibi kendi imajlarının pazarlamasını yaparlar. Yazar piyasa da olmak için piyasanın kurallarına uyar. Piyasanın statükolarını onaylar devamını sağlar. Bu yayın alanında piyasayı medya ve sanal alem belirler. Artık bir sanat eserinden bahsedemeyiz artık eserin veya ideolojinin tüketimle ilişkisinden bahsedebiliriz.
Bu yayın alanında veya piyasa da şok etme veya dikkat çekmeye yönelme sürekli hale gelir. Amaç tüketime sunulacak nesneye veya ideolojik alana dikkat çekmektir. Eser piyasaya veya sanatçı amorf edilmeden sunulmaz. Kendi üretiminin tartışılması yerine kendi dışındaki olaylara sürekli açıklamalar yaparak içinde şovun gizli olduğu gösteriş budalalığını hiç bırakmama genelleşir. İyi bilirsiniz şu reklam birlikteliklerini bu tarz ilişkileri edebiyat alanına dayatarak edebiyat içinde çürümeyi sürekli hale getirmek olağanlaşır. Yavaş yavaş şovu züppeliği bir edebi etkinlik gibi gösterilir. Başkası ortada hiç kitabı yokken yeni kitabına dair ne idigü belirsiz gizem yaratma ayağıyla dikkat çekmeye çalışır.. Kimisi alkolik olduğunu sürekli öne çıkartır. Kimisi sanatını tartıştıracağına, eşcinselliğini tartıştırır. Hele bunlar içinde birde bitmeyen hastane de olması gerekirken sürekli psikolojik sorunlarını sanat diye öne sürenler var ki, sormayın. Bunların ise tek yaptığı toplumsal şiddeti toplum içine yerleştirmek. İnsanların toplumsal sorunları gerçekçi algılamasını engellemek.

Günümüzde dijital baskıcılık hızlı bir şekilde artarken, sanat eserine ve sanatçıya duyulan saygı ve sevgide bu paralellikte azalıyor. Bu geçiş sürecinde sanata ve sanatçıya dair gerekli önemi görebilmenin imkanı yok. Dijital yayıncılar için tek bir seçenek vardır. O da kitabın para getirmesidir. Kitabın sanatsal değeri ikincil plandadır. Yazarında olumladığı dijital baskı alanında nitelikli eserler bulabilmenin imkanları kalmaz. Dijital baskıcılar az ve masrafsız yayıncılık yaparken, daha çok yazarı bir satış elemanı olarak görür. Amaçları daha çok yazara ve bunun devamı olarak yazarın çevresindeki insanlara kitap satmaktır. Bu yayınevlerinin çoğu temel yayın işlevini bile yerine getirmezler. Bastıkların kitapların yüzde doksanı ne dağıtıma girer ne kitap evlerine, ne kitap günleri veya fuarlara. Daha çok yazara, yazarın çevresine ve internet üzerindeki satışla kendilerini var eder. Bu artık bilinen anlamda bir yayıncılık değildir. Dijital yayınevlerine de, eski tarz yayıncı diyemeyiz. Bu yayıncılar ben bu kitaptan yazara, çevresine ve internette kaç tane satarım, o yayınevinin tek ölçütüdür. Ölçüt bu olunca piyasaya içi boş niteliksiz kitaplarla dolması olağandır. Bu arkadaşlar biz piyasadaki eşitsizliği yok ediyoruz ve nitelikli eserler yayınlıyoruz deseler de, pratikte aksi olduğu ortadadır. Sanat eserine ve sanata gerekli titizliği göstermeyen bu arkadaşlar. Sosyal medya ve diğer medya da sürekli yaptıkları reklam ve tanıtımlarla tüketim kültürünü sürekli hale getiriyorlar. Sadece kapitalizmde her şeyin satılık olduğunu gösteriyor bu durum.
Aslında internetle birlikte, sanal alem ve medya hızlı bir şekilde kök saldı. Bunun karşılığı ise nitelikli yayın alanının yok olması azalması başbaşa kol gezdi. Geçmişte bir yazarın belirleyici alanı dergiler veya nitelikli gazeteler iken artık bu alandan bahsedemeyiz. Şimdi ise yayın alanını belirleyen bir sosyal medyadan bahsederken, bir dergiden bahsetmenin imkanı kalmadı. Daha doğrusu edebiyatın mutfağı ortadan kalktı. Seçiciliğin yok olduğu bu ortamda, nitelikli sanat eseri için gerekli eleştiri de ortadan kalktı. Eskiden sanat eserinin özelliklerini belirleyen eleştiri dergileri ve edebiyat dergileri varken, şimdi bu olguda ortada kalkmıştır. Sosyal medya kendi içinde yeni seçici olanakları yaratmadığı için ve yetersiz olduğu için pespaye ve niteliksiz eserler piyasa da yaygınlaştı. Tabiki önemli bir neden ise sosyalistlerle sanat ve kültür mücadelesi arasındaki ilişki. Kültürel mücadeleyi birincil hale getirmeyen sol ister istemez ülke kapitalizme uygun tüketim kültürünün bir nesnesi olmuştur. Bunun yanında gazetelerin kültür sanat eklerinde yazanların tek hedefi var, kitabı tüketim nesnesi olarak piyasaya sürmek. Buralarda eleştiri veya estetik değerlendirme beklemek körlük olur. İşin kötü tarafı ve çıkmazı bu pazarlamacıların kendilerini eleştirmen veya estetikçi olarak sunmalarıdır. Önemli bir yığınak bunları eleştirmen ve estetikçi olarak görüyor. Sosyalistlerin piyasa kültürüyle şekillenmesinde bu pazarlamacılar etkindirler. Aynı zamanda sadece imaj, tanıtım, reklam alanını elinde tutmuyor bu pazarlamacılar, ödül alanı da bu pazarlamacıların elinde.
Sanat eserinin üzerinde eleştiri ortadan kalkınca, sanat eserinin devrimci özü de ortadan kalkar. Sanat eserinin varlığı ona yönelik eleştiriyle iç içedir. Kapitalist toplum sanat eseriyle eleştiri arasında bağı ortadan kaldırır, yerine pazarlamacıları kor. Çünkü sanat eseri özgürleşmeyi ve insanı açımlamayı, sorgulamayı birincil eder. Bunun yanında eleştiri ve estetik değerlendirme sürekli tarihsel bilinci öne çıkartır. Her hangi bir eseri bütünlüğü içinde algılamamızı sağlar. Oysa piyasaya uygun pazarlamacı bu olguyu ortadan kaldırır. Günümüzde düşük sanat eserleri bu olgunun ortadan kalkmasıyla ve bireyciliğin körüklenmesiyle ortaya çıkar. Her şeyi tüketim nesnesi olarak gören bu yayın alanında eserle tarihsel sorgulama ortadan kalkar. Kısacası, şöyle demek lazım. Lukass, toplumsal bilincin oluşumuyla klasikler arasında bağ kurar. Klasikler denince, bir yanı tabiki, bahsettiği toplumcu gerçekçi (sosyalist gerçekçi) eserlerdir. Diğer yanı burjuva gerçekçiliği der. Bu eserleri okumadan ya da bu eserlerle içli dışlı olmadan tarih bilincinin oluşabileceğine inanmaz. Gerçekten insan toplumcu gerçekçi eserlerden uzaklaştıkça, tarih bilincinden de uzaklaşıyor gibidir. Gerçekçi eserlerin temel özelliklerinden biri toplumu çelişkiler ve çatışkılarıyla bütünlük içinde vermektir. Günümüz postmodern ve yoz edebiyatının tarihsel bilinç ve buna tekabül eden özne sorunu bulunmaz. Bu eserler bu anlamda, sınıflar çatışmasını merkez alan bir nokta da konumlandırmaz kendini. Böyle olunca sanatçının taraf olmasını dışlar, tarafsızlığı savunur. Oysa bilincin oluşumu bu sınıfsal çatışmaları yansıtan eserlerle iç içedir. Çoktandır solun önemli bir grubu postmodern edebiyatı destekler oldu. Aynı zamanda bu destekleyenler, bu eserleri desteklemekle sınıfsal bilinci yoksaymanın aynı olgular olduğunu göremez oldu. İşin diğer tarafı ise klasiklerden kopan insanlar aynı zamanda bilimsel araştırma ve tezlerden de kopar. Bu gün ortaya çıkan çoğu eser buna akademisyenlerde dahil ben yaptım oldu mantığıyla piyasaya sürülüyor. Bu eserler okurun bilimsel bakışını engellediği gibi, nesnellik algısının körelmesini sağlıyor.
Böyle bir solun olduğu hayatımızda, sınıf mücadelesi yapabilmenin olanakları da ortadan kalkar. Nazım Hikmet’in Rıfat Ilgaz’ın, A. Kadir’in, Orhan Kemal’in ve benzerlerinin veya dünya gerçekçilerinin sahiplenilmediği yerlerde tarihsel bir bilinç oluşacağına ve bu bilincin üzerinden, sınıf mücadelesini kavramış kadroların oluşacağına inanmak , tamamiyle hamlıktır, burjuva ideolojisine teslim olmaktır. Sınıfsal bilincin ekseninden kopan solun geleceği kurmasına veya bütünlüklü politikalar üretmesine, olguları bütünlüklü kavramasına imkan yok. İşin diğer tarafı ise sol hızlı bir şekilde kendi entellektüel mirasının dışına çıkıyor. Ne Kıvılcımlı’yı, Ne Kaypakkaya’yı, Ne Mihri Belli’yi, Ne Mahir Çayan’ı, ve benzerlerini, bilen ve bilerek tartışan kadrolar yok olur.
Şimdi sanat eserinin niteliğinin düşmesine ve onun paralelindeki şu ilişkiyi de görmek lazım. “Düşük sanat eserlerinin daha geniş takipçi kitlesi bulabilmeleri toplumun entelektüel düzeyinin yeterince yüksek olmamasından kaynaklanmaktadır. Düşük sanat eserleri üzerinden daha fazla kar elde etmek mümkündür. Bununla beraber kitlelerin daha kolay yönlendirilebilmesi için entelektüel düzeylerinin düşük tutulması kapitalist ideolojinin tercihidir. O halde düşük sanatın yalnızca ticari elverişliliğinden değil aynı zamanda ideolojik kullanımından da söz edilebilir. Kültür endüstrisi tarafından sunulan düşük sanat eserlerinde bir çocuk zihnine hitap eden bir içerik ve sığlık vardır. Bir Hollywood film yapımcısının “Biz filmlerimizi on bir yaşındaki bir çocuğun beğenebileceği biçimde çekiyoruz” sözünün altında, “biz halkı on bir yaşının bilinç düzeyinde tutmayı hedefliyoruz” anlamı yatmaktadır. Kültür endüstrisinin bu sığ üretimi yalnızca film yapımcılığında söz konusu değildir. On bir yaşındaki bir çocuğun zihninin hedef alınışı müzik üretimi için de geçerlidir. Kültür endüstrisi içinde tercih edilen müzik türü bir düşük sanat eseri olan hafif müziktir. Hafif müzik/pop müzik yapısı gereği hitap ettiği kitleyi bir karmaşa içine itmekte ve onlara ritmik sorunlar yaşatmaktadır. Bu ritmik sorunlar ise anında basit bir temponun zaferi ile çözülüp gitmektedir.”
Bu alıntı, Mümtaz Levent Akkol’un, Adorno ve Müzik sosyolojisi yazısından. Bu arada dizilerin on bir yaşında bir çocuğun beğeneceği şekilde olduğunu söylememe gerek yok her halde. Ama bunun yanında bu düşük eserlerle toplumun nasıl faşistleştirdiğini de bilmemiz gerek. Fakat sorun diziler veya sinema değil, sanat eserinden nitelik düşmesiyle aslında seslenilen seviye. Bu seviye de faşist ideolojinin kökleşmesini sağlarken, insanları niteliksiz bir dünya da tutmayı sağlar. Bu sorunun en önemli nedeni, ta Sovyetlerden beri sanatsal alanı siyasal bir sorun olarak görememek. Sanatla toplumu köklü değiştirebilecek siyasal projelerin uygulanması üzerine doğru dürüst düşünmemek. Bu yüzden uzun süredir çoğu ülkede sanatçılar, aydınlar ve sosyalist partiler arasında birlikte hareket ederek kapitalizmi değiştirme mücadelesi azalmıştır. Partiler bir yanda sanatçılar bir yanda böyle kopuk bir örgütlenme sürecinde yaşıyoruz. Bu durumdan dolayı devrimci demokrat sanatçılar ve siyasi partiler kapitalizmin bir üreticisi nesnesi haline gelmiştir.

Bu durumun bir yanı ise yıllardır sanat eserinin siyasa dışı görenler olduğu gibi, sanatçıya da bir siyasetin dayatılmaması gerektiğini söyleyenlerin yarattığı bilinç durumudur. Onlara göre sanatçının özgürleşme sorunu ona bir şey dayatılmadan kendi kararıyla olmalıdır. Böylece sanatçının ve sanat eserinin özgür bir şekilde var olacağına dair söylem güçlendirilir. Sanatçıya ve sanat eserine müdahale edilmediği sürece özgür sanat eseri ortaya çıkacaktır. Genel burjuva ideolojinin merkezi düşüncesidir bu. Sanatçıya ve sanata müdahaleyi bu tarz düşünenler barbarlık olarak görürler. Günümüzde bu tarz düşünen ve kendini Marksist sanan yüzlerce sanatçı var. Peki bu tarz liberal düşünceyi neden bazı sanatçılar sürekli söylem haline getirir. Bunun nedeni çok basittir, sınıfları ve sınıf mücadelesinin reddine dayanan bu düşünce sanatçının sermayeye hizmet etmesini sağlamak içindir. Aslında sanat eserinin tamamiyle sermayenin hizmetine sunulmasıdır bu. Bu bireyciliği merkez alan dünyada kapitalist tüketim kültürü herşeyin satılırlığını sürekli hale getirir. Seçiciliğin kaybolduğu yayın alanında sanat ve sınıf mücadelesi arasındaki ilişki ortadan kalkar. Sanat artık bir metadır. Sanatla siyasal mücadele arasındaki ilişki ortadan kalkınca metalar dünyası yani kapitalizm hayatın her alanında egemen olur. Yani sürekli düşünsel tartışmaların olmadığı ve dünyayı devrimci bir şekilde değiştirmek için sanat eserini bir toplumsal eylem olarak görülmeyen yerlerde, büyük sanat eseri veya yaratıcılık beklemek ham hayale döner. Büyük sanat eserleri düşünsel tartışmalar ve devrimci siyasetin merkezinde estetik nesneye dönüşür. Sanat eserine estetik haz katan eserin içindeki dünyayı değiştirme ve dönüştürme talebidir. Bu talep toplumsallığı içinde taşıyan sömürünün olmadığı ve yabancılaşmayı yok etmeye yönelik bir taleptir. Çoğu sanat eserinin ardındaki temel talep altın çağ özlemidir veya insanın insanı sömürmediği komünist ütopyadır. Sanat eseri toplumun bu talebi sahiplenmesi için ortaya konmuştur daha çok. Adalet veya vicdan adına insan emeğinin sömürülmediği bir dünya adına yola çıkmayan her eser yeterli estetik hazzı içinde barındırmaz. Bu gün her yeri dolduran bu niteliksiz ve içi boş eserlerin temel yaptığı sanat eserinin ortaya çıkardığı altın çağ özlemini yok etmek ve komünist bir dünya da gidişi engellemektir.
Kapitalizm israfı körükler. Meta da olmayan değeri metaya yükleyerek. Tüketim kültürü tamamiyle israfa dayanır. Şunu da al bunu da al diyerek. Reklam ve tanıtımının temel işlevi toplumu sürekli körükleyerek meta satışını güdülemesidir. İnsanlar bu güdülenmeden öyle etkilenir ki, şaşırmamak elde değil. Örneğin yeni çıkan bir bilgisayar veya telefonu almadığında kişiliğinden eksiklik duyar veya yeni çıkan modaya uygun evini yenilememişse. Kapitalistler ve yardakçıları sürekli meta satışını bir albeni (hale) ile körükler. Bu sistemde var olmanın tek yolu o metaları almakla içiçe geçer. Sponsorlu yapılan işler, gizli reklam ve tanıtımlar veya televizyonlardaki bütün programlar bu güdümlenmeyi kışkırtmak için yapılır. Ödül törenlerinin gizlenmiş anlamı tüketim ideolojisini genelleştirmektir. Bir komünisttin ödüllerin böyle bir işlev taşıdığını görememesi onun kapitalist ideolojiyi icselleştirdiğini gösterir. Çoğu kapitalizme karşı yola çıkan insan artık kapitalist ideolojinin tüketim nesnesine dönmüştür. Bunların kapitalizme karşılığı bu anlamda ortadan kalkmıştır.
Tüketim kültürü ile israf arasındaki ilişkiyi doğru görmek lazım. Hızlı bir şekilde bu israf insanlığın bütün doğal kaynaklarını yok etmeye giderken bu yayın politikaları korkunç bir israf yaratır. Çok basit steril bir dünya ve toplum adına öyle bir yoğun su harcanıyor ki, dünyanın önemli bir kısmı susuz yaşıyor. Sadece modaya uygun olsun diye sürekli değiştirilen mobilyalardan milyonlarca ağaç katlediliyor. Geleceğe dair programlı sosyalist bir ekonomi düşünmediğimiz sürece, dünya yok oluşa hızlı bir şekilde gidecektir.
Tüketim kültürünün karşısında olmadan yani israfı birincil eden bu yayın politikalarına karşı olmadan geleceği kuracağına inanmak bir sanı aldanma durumundan başka bir şey değil. Bu anlamda reklamın, tanıtımın, ödüllerin ve tüketime kurgulanmış televizyon programlarının karşısında olmak bir isyan, hayata yeniden sahicilik katmak, devrimci bir görevdir.
Bu gün ortaya çıkan çoğu yayın ve kitap, sanatın temel işlevini yok ediyor. Bu durumu ortaya çıkarabilecek, teşhir edecek ve kültür endüstrisinin karşısında örgütlü bir kültür hareketi oluşturmak gerekirken sosyalistleri bu ortamı olduğu gibi sorgulamadan kabul etmiştir. Bütün bu yaşananlar sosyalistlerin kültürel alanı siyasal bir mücadele alanı olarak görmek istememelerinden kaynaklanmaktadır. Çoğu sosyalist yayın ve sanatçı kapitalizminle ortaya çıkan yeni üretim biçimlerini sorgulamaktan kaçındıkları gibi bu tüketim kültürünün nesnesi olmuştur. İster istemez bu durum sosyalistlerin sahiciliğini ortadan kaldırmıştır. Sahiciliğini yitiren soldan gelecek mücadelesi beklemek imkansız olduğu gibi, bu yaşanan durumu değiştirmek için yeterli bakış şu an sosyalistlerde yoktur.
Yine başa dönersek gerekli, gereksiz kitap ve yayının sürekli sürülmesi, gündelik hayatın üretilmesini sağlarken, toplumsal mücadeleyi ve insanın özgürleşmesini birincil etmeyen bu eserler kapitalist ideolojinin kökleşmesini sağlar. Bunun yanında bu eserler statükoları kollar ve olabilecek devrimci bir isyana karşı önleyici yeni statükolar oluşturur. Bu eserlerin çokluğuyla, kapitalist metalar dünyası egemenliğini daha da belirginleştirir. Devrimci bir dönüşümün imkansızlığını yayar.