CHP’YE TARİHSEL BİR BAKIŞ
Cumhuriyet Halk Partisi, kurulduğu günden bu güne kadar; Türk Solu hareketinin önündeki en önemli sorun olmuştur. “CHP solcu mu-Sosyal Demokrat mı-Ulusalcı Mı-Demokratik Solcu mu-Sol düşünce CHP’ye hâkim olup, Halkın sorunlarına çözüm bulabilir mi?” Bu tarzdaki tartışma ve sorular CHP var olduğundan bu yana Türk Solunun gündemini işgal etmiştir. 1968 Kuşağı sol gençliğinin bu anlamda çarpıcı bir ifadesi vardı: “CHP İktidara gelirse düzen değişir, ancak düzülen değişmez” diye.
İlhan Selçuk’un bir makalesinde okumuştum: “Bir insanı-Bir dönemi-Bir olguyu-Bir sistemi” sağlıklı olarak değerlendirmek istiyorsak; onun baştan sona kadar olan tüm sürecini göz önüne almamız gerekir. Sadece bir bölümünü alırsak sağlıklı bir değerlendirme yapamayız. Bu anlamda, artık CHP’nin de tarihsel misyonunu tamamladığını düşündüğüm için, böyle bir değerlendirme yapma ihtiyacı duymuş oldum.
CHP, Anadolu’nun Emperyalist güçler tarafından işgale uğramış olduğu 1919 yılında; Mustafa Kemal tarafından başlatılan Kuvayı Milliye hareketi içinde doğmuştur. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte CHF adını alarak, Yeni Türkiye devletinin tek partisi olmuştur. 1923’ten başlayarak, 1928 yılına kadar peş peşe yapılan devrim ve yeniliklerle; yeni devletin temelleri atılmaya çalışılırken, CHP devrimci ve ilerici bir karakter kazanmıştır. Bu hareketin ivme noktası Mustafa Kemal ve onun etrafındaki bir avuç genç insan olmuştur. Bu genç insanlar, Yeni Türkiye Cumhuriyeti adına çok önemli değişim ve dönüşümlere imza atmıştır. Mustafa Kemal de bu çalışmalara destek vermiştir.
1930’lara gelindiğinde; 1929 Dünya ekonomik buhranı, Avrupa’da yükselen Faşist partilerin iktidara gelmeleri, Atatürk’ün hastalığı üst üste gelmiştir. Bu süreçte CHP de devrimci ve dönüşümcü ruhunu yitirmeye başlamıştır. 1935 yılında yapılan tüzük değişikliği, Atatürk’ün bile tepkisine neden olmuştur. İtalyan fasit partisinin tüzüğünden esinlenerek, değişiklik yapılmıştı. Bu değişiklik partinin liderini tek yetkili kılmaktadır.
Atatürk sağlığında, çok partili sisteme geçmek için 2 kez denemede bulunmuş, ancak başarılı olunamamıştır. İlk deneme 1924 yılında olmuştur. Atatürk’ün Cumhuriyet ilanı ve devrim girişimlerini beğenmeyen paşalarla Atatürk’ün yolları ayrılınca, O paşaların siyasete başka bir partiyle devamı için, yeni parti kurma yolu denenmiş, ancak olumlu sonuç alınamamıştı. Atatürk’e planlanan suikast ve Şeyh Sait isyanının arkasında bu partinin de adamları görülünce, parti kapatılır. Daha sonra ise, 1930 yılında, Atatürk bir zat arkadaşı Fethi Okyar’a bir parti kurdurur. Ancak bu parti yandaşları da olaylara neden olunca, parti kapatılır. Tek parti ile 1946 yılına kadar gelinir.
Atatürk’ün ölümünden sonra CHP’nin başına geçen İsmet paşa dönemi, tam bir hayal kırıklığı olmuştur. Parti, 2.dünya savaşındaki konjonktür’ün de etkisiyle, hızla milliyetçi, hatta ırkçı bir çizgiye kaymıştır. Savaş sonrası, 1946 yılında çok partili yaşama geçilince; CHP’den ayrılan bir grup, DP’yi kurar. Bu grup Liberalizmi savunan görüşe sahiptir. Bu grup’un başında Celal Bayar vardır. Halkın dini duygularını siyasete alet etmeye başlarlar. CHP de bu konularda DP’den geri kalmaz. Hızla dinsel konuları devlet yönetimine taşımaya ve ödün vermeye başlar. Atatürk zamanında CHP’de başarılara imza atmış olan devrimci kanat partiden ve devlet bürokrasisinden tasfiye edilir. Köy Enstitülerinin kapatılması, İmam Hatip okullarının açılması, Okullara din derslerinin konması bu döneme rastlamaktadır. Bu tavizlere rağmen İsmet Paşa yönetimindeki CHP 1950 seçimlerini kaybeder. 10 yıllık muhalefet döneminde, İsmet Paşa liderliğindeki CHP hiçbir varlık gösterememiştir. 1946’da çok partili yönetime geçen İsmet paşa, Komünist ve Sosyalist partilerin kurulmasını da yasakladığından; 10 yıllık sürede bir sol pati de olmamıştır.
1960 Askeri İhtilalinden sonra, yapılan yeni Anayasa ile o günün savaş sonrasındaki Avrupa’da bulunan özgürlükler Türkiye’ye de getirilmiştir. 1965 seçimlerine İşçi Partisi de katılınca, İsmet paşa soldaki oyları kaptırmamak için; “CHP ORTANIN SOLUNDADIR” demiştir. Ancak İsmet Paşanın bu söylemi eylemleriyle pek de örtüşmeyince; parti içi demokrasi yavaş işleyince, seçimlerde bir varlık da gösteremedi. 12 Mart 1970’te Askerin, Muhtıra vermesine ve Demirel hükümetinin çekilmesine İsmet paşa destek verdi. Ancak CHP’nin genel sekreteri olan Ecevit bu desteğe karşı çıktı ve partideki görevinden istifa etti. 12 Mart Faşizmi solu ezip, gençleri ipe çekince; Askeri Muhtıraya karşı tavır alan Bülent Ecevit’in partideki yıldızı parladı. 1972 Kurultayında Ecevit CHP’nin 3.Genel Başkanı olarak İsmet Paşa’dan partiyi devraldı. Bu durumu hazmedemeyen İsmet Paşa patideki tüm görevlerini bıraktığını açıkladı. 1970’li yıllar boyunca, CHP yapılan 2 seçimi de önde tamamladı. Ancak iktidar olma şansını yakalayamadı. O yıllarda CHP, parti içi demokrasinin de işletilmesiyle; fraksiyonlar partisi oldu. Merkezden, aşırı sola kadar bir çok fraksiyon parti içinde var olmaya çalıştı. Bu durum birçok genç insanın Belediye Başkanı ve Milletvekili olmasını sağladı. Ülkede terörün tırmanmakta olduğu 1978 yılında, Ecevit AP’den istifa edip, CHP’yi destekleyen 12 bağımsız milletvekili ile Hükümet kurdu. Ecevitli CHP’nin iktidara gelmesi ile terör daha da artarak, kitlesel bir boyut kazandı. Malatya-Sivas-Maraş-Çorum gibi Alevilerin yoğun olduğu illerde kurulan tezgâhlarla “Alevi-Suni çatışması” çıkarıldı. Ecevit peş peşe ülkenin yarısında sıkıyönetim ilan etmek zorunda kaldı. 12 Eylül 1980 günü Askerlerin Ülke yönetimine el koymasıyla, Siyasi partiler kapatıldı. Yönetim kadroları tutuklandı. 1970’li yılların sonlarında CHP’nin dışarıdan bağımsız olarak destek aldığı milletvekilleri ile kurduğu iktidar 2 yıl kadar sürmüştü. Bu sürede CHP’ye oy veren Alevi ve sol kesim katliamdan geçirilmişti. Özellikle Maraş’ta dramatik olaylar meydana gelmişti. CHP İktidar olmuştu, ancak Muktedir olamamıştı.
1992 yılında CHP ismi üzerindeki yasak kalkınca; Deniz Baykal SHP’den ayrılıp, CHP’yi tekrar kurmuştu. Uzun görüşmeler sonucu CHP ile SHP 1994 yılında birleşti. Adını da CHP olarak devam ettirdi. Genel Başkanlığını da Deniz Baykal kazandı. 2000 yılına kadar yapılan 2 seçimde de Baykal hiçbir varlık gösteremedi. 1995 yılında yüzde 10 barajını zor aştı. 1999 seçiminde ise, yüzde 10 barajını bile aşamadan, Meclis dışında kaldı. CHP kurulduğu günden bu yana ilk defa Meclis dışında kalıyordu. Tüm bunların nedeni ise; Baykal’ın partiyi tek adam partisi yaparak, parti iç demokrasiyi yok etmiş olmasıydı. Baykal’ın bu tutumu sadece CHP’ye değil, CHP’ye umut bağlayan insanları da moral bozukluğuna uğratmıştı.
2002 ve 2007 seçimlerinde Baykal liderliğindeki CHP meclise girmiş olsa da; oyunu %20’lerden yukarılara taşıyamadı. Adeta muhalefete razı gibi duruyordu. CHP kitlelere iktidar umudu vermiyordu. Baykal’ın kadroları “yaşlı-gelenekçi-halktan kopuk-iktidar umudu taşımayan” insanlardan oluşuyordu. Bu durumun devam için de Baykal sürekli tüzük değişikliği yaparak, bu yapıyı iyice pekiştiriyordu. Baykal, parti örgütüne de şu mesajı veriyordu: CHP’yi ele geçirip, Türkiye’ye diz çöktürmek istiyorlar. CHP, başta Laiklik olmak üzere Cumhuriyet devrim ve değerlerinin teminatıdır. CHP çökerse, Laik Cumhuriyet de elden gider. CHP’yi bu saldırılardan korumak için, güçlü bir lider görünümü ve yetkisi oluşturmak zorundayız. Bu tür söylemlere parti kadroları da inanmıştı. Bunun böyle gideceği sanılırken; birde bire kâğıttan bir kaplan gibi, Baykal ve ekibi partiden uzaklaştırıldı. Hem de bu işler parti içinde yapılan seçimlerle sağlandı. Gerekçesi ise; Baykal’ın sekreteri ile ilişkisinin kasete alınıp, bir internet sitesinde yayınlanması oldu.
2010 yılından itibaren CHP’de KEMAL KILIÇDAROĞLU dönemi başladı. Kemal Kılıçdaroğlu, partinin başına gelir-gelmez, peş peşe yaptığı kongrelerle; CHP’nin “Geleneksel-Devletçi-Atatürkçü-Statükocu” kadrolarını tasfiye etti. Artık partiden bu tür söylemler de dillendirilmiyor.
CHP, “yeni kadro-yeni anlayış-yeni söylem-yeni CHP-yeni Genel Başkan” söylemleriyle; rotasını Yenidünya düzenine çevirmeye başladı. Böylece kansız ve sessiz olarak CHP’nin tarihsel misyonu da son bulmuş gibi görülüyor.
Cevaplanması gereken soru şu: Yeni CHP’nin kitle tabanı kimler olacak. Bu surunun cevabı, CHP genel merkezindeki bu temel dönüşümün, illerdeki örgütlenmelere yansımasına bağlı olacaktır.
Geçenlerde basında çarpışı bir ifade okumuştum. Yazımı o ifade ile bitirmek istiyorum: CHP’deki bu köklü ve hızlı değişimi görenler, “CHP’nin tüzüğüne, Merkez karar organlarına %5 CHP’li kontenjanı konmalıdır” diye uyarıyorlar. Son merkez karar organlarında CHP’ye emek vermiş olan insanların sayısı %5 bile değildir. Partinin merkez karar organlarının çoğu CHP’li bile değildir. En azından CHP’nin içinde aktif politika yapmadıklarını biliyoruz. CHP’deki bu değişim ve dönüşümün bu kadar kısa zamanda, bu kadar kolay olacağı hiç kimsenin aklına gelmemişti. Bu işte en büyük payın, Baykal’ın parti içi demokrasiyi yok edip, tek adam yönetimine yönelmesi olmuş olduğunu söyleyebilirim. Belki de, Baykal da gönüllü olarak bu oyunun bir parçası olmuş olabilir. O kadarını bilmemize imkân yoktur.
Bir yazıda okumuştum: “CHP 1946’da çok partili hayata geçmeye karar verdiğinde; kurucu iradenin partisi olarak kendisini feshetmeliydi. CHP adında yeni bir partinin kurulmasına da yasak getirmeliydi” diyordu. CHP’nin tarihsel sürecine bakınca, bu görüş insana doğruluk payı varmış gibi de geliyor. 1946 yılında geçilen çok partili yaşamda, kısıtlama ve sınırlama olmamış olsaydı; belki de bugün Türkiye’de kökleri o yıllara kadar uzanan güçlü bir emek partisi olacaktı. Bunun adının CHP olması da şart değildi. Yeter ki, halkın sorunlarını ortaya koysun, doğru örgütlenmeyi yapsın. Ama olmadı. Umarım bundan sonra CHP’nin yolu emekten ve halktan yana gider.
Saygılarımla
Hasan GÜL
Bu makalemi 2011 yılında yazdığımı belirtmek isterim. Saygılarımla…