Türkiye’ deki askeri darbelerin etkilerini Almanya’da yaşayan, Türk mültecilere kurumsal olarak destek olurken Essen Üniversitesi’nde araştırmacı olarak çalışan Salih Yiğit anılarını Bölük Pörçük Anılar kitabında topladı. Bölük Pörçük Anılar ne biyografi ne de tarih kitabı olmadığı için oldukça ilginç. Tarih içinde gezerken Almanya’da siyasi gerçeklerle baş başa kalıyorsunuz tiyatrodan da kopmadan. Aynı zamanda kızına bebek yaşlarda bakan örnek bir baba. Yönetmenlik, müzisyenlik, yatçılık gibi sevdaları olan Salih Yiğit ile yaşadıklarıyla gençlere de bakış sunacak Bölük Pörçük Anılar kitabı üzerine sohbet ettik.
1- Bunca yıldan, bunca bekleyişten sonra kitap fikri nasıl gelişti?
Yirmi üç yıl önce yaşadığım sağlık sorunları nedeni Almanya’daki kültürel faaliyetlerimi noktalayıp Bozburun’ a yerleştiğimden beri ‘burası tam da kitap yazılacak bir yer’ diye düşündüm. Aklımda dört farklı kitap projesi vardı. Ancak burada da yatçılık ve yayıncılık alanında çalışmalara yoğunlaşınca bir türlü taslaklardan öteye yazmaya başlayamadım. Son iki yıldır emekliliğimle birlikte yaşamımda ilk defa zorunlu olan, ancak çoğu zaman da pek yaratıcı olmayan para kazanmak için çalışmıyorum. Demek ki benim için böyle sakin bir dönem gerekliymiş. Son altı ayda şu anda yönetmenliğini yaptığım ve 28 Nisanda Bozburun’ da seyirci ile buluşacak Yaşasın Turizm isimli bir oyun yazdım. Şubat ayında da ilk kitabım Bölük Pörçük Anılar yayınlandı.
2- “İnsanın memleketi çocukluğudur.” der ünlü felsefeci Adorno, nasıl bir ailede ve yerde geçti çocukluğunuz? En unutulmaz bir anınız desem…
Conkbayırı’ndan İzmir’e kadar Mustafa Kemal ile omuz omuza savaşmış bir dedenin, 1938’de Harbiye’den mezun olana kadar defalarca Atatürk’ü bizzat tanıma, dinleme fırsatı bulmuş bir babanın ve aydın kadınların oluşturduğu aile ortamında büyüdüm. Atatürk’ü anlamış, onun demokratik cumhuriyet değerlerinden nasiplenen bir aile de büyümek beni de çok etkiledi doğal olarak. Askeri tabip olan babamın görev yerleri nedeni ile doğduğum Sivas’ta, Erzurum’da, İzmir’de ve gençliğimin şekillendiği İstanbul’da yaşadım. Kendimi bir yöreye ait hissetmedim. Hep Türkiyeli oldum. En unutulmaz anım Brüksel’deki büyük barış yürüyüşünden adeta kanatlanıp uçarak geldiğim hastanede yeni doğan bebeklerin odasından ziyaretçi camına getirilen biricik kızım Cemile’min “Bu da kim?” diye gülümsercesine bana bakan kocaman mavi gözleridir.
3-Yaşamınızda kırılganlıklara ve kızgınlıklara yer vermemenizi gerektiren karar nedir?
Sigmund Freud’un tanımlamasından farklı olarak Carl Gustav Jung’un “Ben başıma gelen şeylerin toplamı değilim, ben olmayı seçtiğim şeyim.” yaklaşımı kendimi bildim bileli, daha Jung’ dan haberim bile yokken bilinçsizce seçtiğim bir yol oldu. Liseyi bitirene kadar beş ayrı okul değiştirdim. Her defasında “Eyvah arkadaşlarımdan ayrılıyorum.” diye üzülmek yerine, yeni arkadaşlar tanıyacak olmamın heyecanı ve sevincini yaşayarak mutlu oldum. Tinsel olarak kendimi olumlu şeylerle beslediğim zaman sadece kendimi iyi hissetmekle kalmadım aynı zamanda yaşamın kaçınılmaz zorluklarına karşı daha güçlü olabildim.
4-Gelelim kitabın adına, neden Bölük Pörçük Anılar?
Bölük Pörçük Anılar ne bir biyografi ne de bir tarih kitabıdır. Yüz yıllık Cumhuriyet tarihinde ve bu süreçteki yetmiş bir yıllık yaşamımla ilgili kaleme aldığım bir ‘yaşanmış tarih’ denemesidir. Kısacası tarihten ve yaşamımdan seçtiğim, kişiliğimi ve düşünce yapımı olumlu şekillendirdiğini düşündüğüm anılardır. Yaşadıklarımın tümü değil, olmayı seçtiğim şeylerdir Bölük Pörçük Anılar.
5,-Üretkenlik dolu yıllar geçerken darbeleri de Türkiye dışında yasadınız.12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin yurt dışında yansımaları nasıl oldu? İyi ki gelmişim veya keşke Türkiye’de olsaydım dediğiniz anlar oldu mu?
İki darbeyi de Türkiye’de yaşadım. İlk pikniğimi mahfeden 27 Mayıs 1960 ile darbelerden daha küçük yaşta ağzımın payını almıştım. Üstelik darbe karşıtı Atatürk’ü tanımış bir Albayın oğlu olarak da büyümüştüm. Yani oldum olası darbelerle aram olamazdı. 12 Mart 1970 darbesi de İstanbul’da gençliğimin özgürlük, barış, müzik ve aşk hayallerimi acımasızca yıkmıştı. Darbe kısıtlamaları başlamadan yurtdışına çıktım. Gittiğim Almanya’da yabancı olmakla birlikte sahip olduğum hak ve özgürlüklerin değerinin farkında olarak darbelerin ülkemize neler kaybettirdiğini görüyor ve üzülüyordum. Elimdeki tüm imkanlar ile ülkemim demokrasi hareketini desteklemeye ve yurtdışına gelen siyasi göçmenlere yardımcı olmaya çalışıyordum. Yaşamım boyunca hiç ‘keşkem’ olmadı. Hep ‘iyi ki’ lere odaklandığımda olduğum her yerde kendimi daha iyi hissettim. Bu yaklaşımım bulunduğum her ortamı en yaratıcı şekilde değerlendirebilmemin de önünü açtı.
6-Yillar sonra Türkiye’ye dönme fikri nasıl oluştu?
Almanya’da öğrencilik dönemimde siyasal faaliyetlerim sonucu Türkiye pasaportum uzatılmadı. Siyasi göçmen statüsünde yaşamaya devam ettim. Takiben de Almanya’da vatandaşlığım tanındı. Uzun yıllar Türkiye’ye gelmedim. Almanya’daki sanatsal çalışmalarımın yoğunluğunda bunu aklımdan bile geçirmiyordum. Emeklik dönemimde de İspanyanın Kurtuba şehrinin Espejo köyüne yerleşmeyi planlıyordum. Orada da ‘Casa Espejo’ isimli uluslararası bir kültür kurumunu oluşturacak ve yönetecektim. Diğer yandan doksanlı yıllar sonunda siyasi göçmenlerin Türkiye’ye dönüşlerine paralel yaşanan sınırlı yumuşamalar nedeni Türkiye Cumhuriyeti pasaportum yenilenmiş ve çifte vatandaş statüsündeydim. 2000 yılının Mayıs ayında ağır bir kalp krizi geçirdim. Kırk sekiz yaşında bu beklenmedik sağlık sorunları nedeni Avrupa’daki tüm proje ve faaliyetlerini durdurmak zorunda kaldım. 2000 yılında Nezahat adında İstanbullu bir kadınla tanıştım. 2001 Yılbaşında Paris’te evlenmeye karar verdik. Şubat sonu 30 yıl aradan sonra tekrar İstanbul’a döndüm.
7-Salih Yiğit olarak mutlu musunuz? Eksik kalan bir şeyler var mı hayata ve kendinize dair?
Yaşam tarzım bana mutluluğumu çantamda taşıma alışkanlığını da sağladı. Bu sayede yaş ilerledikçe ve buna paralel beklentilerim de azaldıkça gerçekleşmeyen beklentilerin üzüntüleri de neredeyse sıfırlandı. Muhteşem Bozburun’daki hayatımı da ekleyince, evet çok mutluyum. Yaş ilerledikçe ve sürekli okudukça, öğrendikçe ve araştırdıkça daha ne kadar çok şey bilmediğimi fark ediyorum. Bu nedenle birçok şeyin daha eksik kalacağının bilinciyle araştırmanın, yaratıcılığın ve üretmenin keyfini çıkartıyorum.
8-Gelecekten beklentiniz veya sizin hedefleriniz vardır mutlaka, bunları öğrensek…
Gelecek için yaşamak bana, biraz ‘inatçı katırın’ yürümesi için önünde bir sopaya asılı mısır koçanına bir türlü erişememesi resmini anımsatıyor. Geleceğe de tıpkı mısır koçanı örneğindeki gibi bir türlü erişilemiyor. Ben eriştiğimi düşünüyorum. Son iki yıldır artık eriştiğim geleceğimin içindeyim. Bu, günümü gün etmek anlamında bir yüzeyselliği tanımlamıyor. Aksine her günümün değerinin farkında, yaratıcı ve üretici bir şekilde varlığımı sürdürüyorum. Biri yaşamakta olduğum sıra dışı balıkçı köyü Bozburun üzerine diğeri de Felsefe üzerine sesli düşüncelerimi içerecek iki kitabımı bitirmek istiyorum. Araya birkaç tiyatro oyunu da girebilirse ne ala. Ama daha yirmi dokuz yıl yaşamaya niyetli olduğum kalan süreçte! (Bozburun’ da yüz yaşına kadar yaşamak bir istisna değil.) Türkiye’min bir türlü geçemediği muhasır medeniyetleri bırakalım geçmeyi, onu yakalayabilirsek nereye olursa olsun çok mutlu giderim.
9- Bozburun’ da yüz yaşa! Kadar yaşarken tüm dileklerinizin gerçekleşmesi umuduyla bu güzel söyleşi için çok teşekkürler…
Ben de çok teşekkür ederim.