Pazar günümü bahçeye ayırdım. Şimdiden bahara hazırlık için bahçemin kuzey köşesinde kalmış kar yığınlarını -güneş aldatmasın, toprak erken uyanmasın diye- kiraz ağacının dibine taşıdım. Böylece kar yığınlarının altında kalan lale soğanları ve nanelerin biraz nefes almasını sağlayacaktım. Güzellikler, zaman ayırmakla ve bakmakla mümkün oluyor. Bir taraftan bahçede üşümüş, çalışırken ertesi günkü işimi düşünüyordum.
Ertesi sabah sokağa adım attığımda hayli şaşırdım. Dün toprakla böyle vedalaşmamıştım. Şimdi aramızda 10 cm’lik bir mesafe var. Durağa doğru giderken yan binada, telefon arızası için bırakılan tamir merdiveninin çevresinden dolanarak yola devam ettim ve küçük kayışlar, düşüşlerle durağa ulaştım. İnsanların kara hazırlıksız yakalandığı belliydi. Bu küçük ayı, kışın sonu sanırken bilmiyorlar ki hicri takvime göre halen kış devam ediyor. Hayatın rengi ve insanların rengi değişti. Beyaz bir arka plan içinde cicili bicili yumak insanlar hareket halinde. Gün ışığı, karanlık ve şimdi bembeyaz her yer. Gıcır ayakkabıların çıkarttığı bir patırtı kütürtü… Bedenimin sıcaklığının düştüğünü hissettim.
Gün süt beyazı aydınlığında. Güneşin tüm ışıkları fazlasıyla insanların üzerine yağıyordu. Bilgi de aynı şekilde insanların üzerine yağsa ne güzel olurdu, diye içimden geçirdim. Bu harala gürele ile iş yerinin eşiğinden adım attım. Yüzlerde haftanın ilk gününde karşılaşmadığım hafif bir tebessüm.
Haluk gözüme her zamankinden daha şık göründü. Hayırdır! dediğimde ondaki gülümseme diğerlerinin gülümsemesinden iki kat daha fazlaydı. Yaşından daha genç gösteriyordu. Bir de üstüne üstlük herkes kazak, mont, tam tekmil ofisleri doldururken onun üzerinde beyaz bir gömlek vardı ve takım elbiseyle gelmişti. “Birazdan anlarız” dedim masama kadar uzandım. Şimdiden kâğıtlar ortalıklarda dolaşmaya başlamıştı.
Çok geçmeden yönetici, tüm birim sorumlularını odasına davet etti. Odada toplam beş kişiyiz, arkadaşın birisi yok.
Tüm hiddetiyle “Kamil Bey nerede?” dedi.
Herkes birbirine baktı. Soru kimeydi? Sonra sekretere aynı soruyu yöneltip telefonu kapattı.
“Bu nasıl bir iş yeri? Gelen giden belli olmuyor.” dedi.
Bizler yine alaycı birer gülümsemeyle birbirimize bakış attık. Ayşe Hanım dozajını kaçırdı gülümsemenin. Tüm bakışlar şimdi üzerinde. Anladım bu işin acısını Ayşe’den çıkaracak, belli oldu. O arada telefon geldi. Kamil Bey kar yüzünden trafikte kalmış, onun haberini verdi. Yönetici “Öyle mi, tamam tamam.” deyip telefonu kapattı.
Kılık kıyafet, giriş ve çıkışlar üzerinden haftanın ilk günü ve ilk saatlerinde bir mini toplantı. Nereden çıkmıştı, hiç anlamadık.
“Müsaade ederseniz müdür bey, sorduğunuz soruların yanıtları sizde gizli. Çalışanların kılık kıyafetinden önce iş yerinin çalışma ikliminin uygun olup olmadığına bakmak gerek. İçerinin ısısı dışarıyı aratmayacak derecede düşük. Çalışanların yorganlarıyla gelmediklerine dua ediniz.”
“Gidiş gelişlerle ilgili de söyleyeceğimi söyleyerek sıramı savmak isterim” diye devam ettim.
“Öyleyse diğer arkadaşlar da düşüncesini söylesin, madem başladık.”
Ayşe Hanım kişisel bir sürtüşmeye mahal vermemek için, “Müdür bey haklısınız. Buranın bir iş disiplini olması lazım.”
Diğer arkadaşların onaylayan sessizliği tam çileden çıkaracak bir durumdu. Karşımda Salih Bey bisiklet yakalı bir kazak giymişti ve kravatı görünmüyordu. Kazağı aşağıya çekerek kravatının görünmesini sağlamaya çalışması ise tam bir komediydi. Yetkili ve etkili bayımız, çay dahi ısmarlamadı. Kapının tıklandığını fark ettik; müdür bey farkında bile değildi, fosur fosur burnundan soluyordu. Hiç böyle yaptığı olmazdı. Hiçbirimiz anlam veremedik. İçeri paldır küldür Kamil girdi. Üstünde bir kaban, altında kadife pantolon ve v-yaka bir kazak. Hava koşullarına göre kendini ayarlayarak gelmiş ama trafik karın bu koşullarına kendini uyduramadığı için geç kalmıştı. Müdür, baştan ayağa kadar süzdü onu. Sorumlu kıldığı adamın toplantının gündemini oluşturan geç kalma ve kılık kıyafet bakamından sorunlu halini gördük.
Kamil’e otur bile demeden “Toplantı bitmiştir.” dedi.
Kamil önde, bizler arkasında tek sıra halinde terk ettik odayı. Ayşe tüm gülmeyi avurdunda tutmuş, “Beni tutmayın, yoksa çatlayacağım.” dedi. Kendini yan odaya attı. Arkasından biz. İçeride olanlar şaşkın bir şekilde birbirine bakmakta. Kamil halen şaşkın durumu anlamaya çalışıyordu. Ayşe kahkahayı koyuverdi gitti. Kamil yüzünü iyice astı “Bana mı gülüyorsunuz?” dedi.
Aslında biraz da sana gülüyoruz. Şöyle ki toplantımızın gündemi, “Mesai saatlerine riayet ve kılık kıyafet” ama sen gündemi belirledin bütün bu hallerinle. Adamcağız seni öyle görünce toplantı yapmanın anlamsızlığını anlamış olmalı ki erken bıraktı bizi.
Servislerimize giderken tüm çalışanlar gözlerini çevirmiş podyumda bir mankene bakıyor gibiydiler.
Odama geri döndüğümde gözleri bende asılı bulunan çalışanların bilgi almak için heyecanlı olduklarını fark ettim. Masamın bir köşesinde çiçek gördüm. Bu kaotik ortamda yüzümün bir tarafı gülerken bir tarafı asıktı. Sonra çiçeğin üzerindeki notu elime aldığımda yüzümde sıcak bir serpinti. İnsanın, günleri anımsatan sevdiğinin olması ne güzeldi. Hediyeler insanları şımartır ve bizi mutlu etmede katkıları yadsınamaz. Yine gözlerin bana baktığının farkındaydım. Bakışlarındaki giz hediyemin tarafına mıydı, yoksa toplantıda konuşulan konular mıydı anlamadım.
Çoktan masamın etrafına toplanmış onlara bakıyorum, her birini tek tek inceledim. “Evet, arkadaşlar merakınızı gözlerinizden okuyorum.” dedim. Bir sessizlik ve kaldığım yerden çalışmaya koyuldum.
Herkes yerine oturup çalışmaya başladı. Haluk her zamankinden daha şıktı. Bu havada siyah takım elbise içine beyaz bir gömlek ve gömleğin üstünde tek renk kırmızı bir kravat. Ama bir tedirginliği vardı. Sanki yüksek bir ses çıkarsam yanımda uçacak gibi duruyordu. Sanıyorum benim uygun bir anımı kollamaya çalışıyordu. İşe dalmadan önce bu soruna da el atmam gerekti.
“Haluk Bey dünkü bir dosya vardı, hani eksiklikleri olduğunu söylemiştiniz. İstersen onunla ilgili konuşalım ne dersiniz?” dedim.
Anlamadı biliyorum ama masaya kadar geldi. Yüzünde garip bir ifade, söylediğimi söylemediğimi anlamadığı her halinden belli oluyordu. “Otur bakalım, ne içersin? Kahve içelim mi? Rahatlatıcı özelliği vardır.” dedim.
“Tamam, abi içelim. Madem rahatlatıcı özelliği var. Benim de ihtiyacım böyle bir şey şimdi.”
“Sevgili Haluk sanırım bugün tüm kurallara uygun olan bir sendin. Geliş saatin, giyimin sanki önceden haber aldın gibi.” dedim şakadan.
“Ne haberi alacağım, gece uyku tutmadı; sabaha doğru uykum bastırınca bağıran saatin zilini duymamışım, durum bu kadar basit işte. Saati kurdum ama siz başka bir şey kurmayın bu olay üzerine.”dedi.
“Gel gel kahve içelim biraz açılırsın.” dedim.
Kahvelerimizi yudumlarken dışarıdan gelenler soğuğun iyice kestiğini, kar yağışının alışık olmadık bir biçimde lapa lapa yağdığını söylediler. Pencereden baktım yoğun kar yağıyordu.
“Haluk, görüyorsun dışarıda yoğun bir kar yağışı, içeride ise yoğun bir dert ve sorunlar sarmalının içindeyiz. Herkes kendi derdinde… Şu gördüğün insanlara bak, her zamankinden daha hızlı yürüyorlar hem de düşme riskleri çok olduğu halde. Kardan kurtulmak için mi? Soğuktan kurtulmak için mi ya da yetişmeleri gereken işlerinin olduğu için mi? Belki hepsi.”
Haluk yüzünü buruşturup tekrar sandalyeye oturdu. Bir bardak suyu bir dikişte içti. “Evet, tıpkı benim gibi, -fakirin düşkünü, beyaz giyer kış günü- sözü benim için söylenmiş olmalı.” dedi.
“Sahi bu kılık kıyafet nedir? Seni hiçbir zaman böyle anlamlı ve üç asıl rengin içinde görmemiştim. Mücadeleyi temsil eden bu durumu 1 Mayıs’ta giysen bir anlam yüklerim.” dedim.
“Bak sen! Giydiğim elbise ve onun renklerinden bir anlam çıkarıyorsun. Renklere yüklediğin anlamlar var. Oysa ben şık olduğumu düşünerek bu havada beyaz gömlek giydim. Senin düşündüklerine yakın tahminlerde bile bulunmadım hiç.” dedi.
Ayşe Hanım çok geçmeden karşımdaydı. “Yahu sen nasıl bir adamsın? Adamı dertlendirdin, hak, hukuk bu kavramların üzerinde durarak nereye varmak istiyorsun? Bak bize söylediklerinin doğru olmadığını bildiğimiz halde karşı geliyor muyuz? Hep ayrık otu mu olacaksın?” dedi.
“Ayşe Hanım müsaade edersen çay içmek için yanına geleceğim. Şimdi işle ilgili bir durum var onu halletmeliyim, uzun sürmez.” diyebildim. Ayşe Hanım, benden beklemediği bu nezaketsizliğe çok kızarak sesini çıkarmadan arkasını dönerek gitti.
“Evet, bu tür sohbetlerin yeri burası değil biliyorum ama sen biraz dertli belki çözüme dair şeyler istiyorsun bugüne dair. Sevgili arkadaşım, hayata nasıl bakarsak öyle yaşarız. Gördüklerimiz ya yaşadıklarımız ya da yaşamak isteyeceğimiz şeyler olur.”
“Evet, abi ben bugün bir arkadaşımla görüşeceğim. Bu giyimimin nedeni odur. Özel bir arkadaş ama duygusal bir boyutu falan yok onu da bil isterim. Bugüne rastlaması bir tesadüf, onu da masana gelen çiçekten anladım.” dedi.
“Belki bu da hayırlara vesile olur. Karşı taraf için belki öyle değildir bugünü seçilmesi başka başka şeyler ifade edecektir.”
Haluk kızardı belki kravatının rengi yüzüne yansıdı. “Tamam, tamam günahını almak da istemem öyle diyorsan öyledir. Hayata nasıl bakıyorsan öyle görüyorsun işte. Daha önce dedin ya hayatın içinde renklerden bir sonuç çıkarıyorsun sonra çoğunluk gibi düşünmüyorsun bir ayrık otu oluyorsun işte. Nefessiz kaldım, belki kahve ağzımı kuruttu, belki sohbet belki de ortamın gerginliği.
Hayatı sorgulama üzerine çok beğendiğim bir anekdot girmek istiyorum.
Adamın birisi senin gibi hayatın anlamını sorguluyor bir türlü yanıtlar bulamıyor. Sonra birisi buna “Her şeye yanıtı olan bir bilge tanıyorum.” der. O da bilgiye gider. Bilgeye “Hayatın anlamı nedir?” diye sorduğunda bilge: “Kabul edersen sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor.” der.
Adam tamam dedikten sonra bir çay kaşığının içine zeytinyağı doldurur. “Çık, bahçeyi gez ama yağı dökmeden bu işi yap.”
Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelir. Bilge bakmış, kaşıkta yağ eksilmemiş. Peki, bahçe nasıldı?”
Adam şaşkın. “Ama kaşıktan başka bir yere bakmadım ki…”
“Ya öyle mi? O zaman bahçeyi tekrar dolaş kaşık elinde olsun ve iyice gez.”
Adam bu kez başka bir şaşkınlık içinde müthiş bir güzellik biraz önce bunları görememesine üzülmüş. Yeniden bilgenin yanına gelir.
Bilge, adama tekrar aynı soruyu sorar. Adamımız büyülendiğini anlatır. Bilge, gevrek gevrek gülümser.
“Yaa… İnsan odaklandı mı başarılı oluyor ama bu kez de etrafındaki güzellikleri kaçırıyor. Hayat senin bakışlarında anlam kazanıyor. Görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşayarak akıp giden zamanın anlamlanır.” der.
“Yani dostum hayat senin bakışlarında gizlidir.” dedi.
Haluk tam da adam gibi ulu orta yerde duruyor ve yaşanılacak şeylerin içinde akıp giderken dokunamıyor ve anlatamıyordu. Anlatamamasının nedenini biliyordu, arkadaşının eğitim durumuyla kendini karşılaştırdığında durum ortadaydı.
“Sonra, haaa unutuyordum insanın gelişimi doğadaki diğer canlılar gibidir. Sabır ve sıra gerekir. Okuduğum kitaplardan önce nereden başlamalıyım okumaya demelisin. Yoksa yine bir şeyler eksik kalır. Taşlar yerli yerine oturmaz. Statiği iyi yapılmamış bir yapı gibi çöker gidersin.”
“Müsaade edersen Haluk’um, Ayşe Hanım’ı kızdırdık, onun gönlünü almak gerek. Yoksa bu ayrık otu, zehirli bir sarmaşığa döner.” dediğimde Haluk’un gözlerinden benden halen yardım ister gibi bir bakış gördüm.
Ayşe Hanım’ın gönlünü yeniden kazanıp geldiğimde Haluk masasında elinde bir kalemle bir şeyler yazıyordu. Yanından geçtim farkına bile varmadı.
Sadece karar vermenin bile onu değiştirdiğini hissetti. Şimdi bir amacı vardı. Kendi için en son ne zaman bir şey yapmıştı. Hatırlayamadı. “Demek artık zamanı geldi.” diye düşündü. “Listende ‘İnsan Nasıl İnsan Oldu’ kitabını ilk sıraya yerleştir,” dediğimde afallayarak baktı.
Gürel beyin hikayeciliğini beğeniyorum.Günlük mesaiden bir hikaye oluşturacak kadar kelimelere ve kaleme hakimiyeti var.Yolun açık, hep üretken,hayal kurma yeteneğini her daim muhafaza eden bir beyin ve iyi duygularla dolu bir yürek taşıyan bir insandan böyle bir ürün çıkması çok doğal.Tebrikler iyi geceler.
Merhaba
Teşekkürler Mehmet Bey!
İnsan hayalleriyle yaşar/yazar.
Çok güzel.öyküyü soluksuz okudum.Başarılarının devamını dilerim.