“Dün gece bir düş gördüm…” dedi birden bire annesine Mirvan.
Kayalar yuvarlanıyordu dağın eteklerinden… şehir sessizliğini yitirdi. Gök karanlığını kaybetti gecede. Evler karanlığa hapsoldu bir anda. Sesler o kadar çok ki hangisini anlatsa eksik kalır çoğu.
“Ne gördün anlatsana oğlum.” dedi annesi Zara.
Pencereden gökyüzü görünüyordu. Yıldızları birisi öldürüyordu. Bildik sesleri öldürüyordu birileri. Birileri arkadaşlarımı alıyordu. Birileri yuvamı alıyordu. Birileri okulumu alıyordu. Birileri parkımı alıyordu. Kuka… kuka çok korkmuştur şimdi. Annesi yok ki onun. Sarıl anne… anne sarıl bana.
“Unuttum” dedi uzun bir sessizliğin içinden Mirvan.
Dalgalar ne kadar da büyük böyle… hiç deniz görmedim ben… neden karanlık bu deniz… neden karanlık ilerisi… Kuka… neden düşüyor hep aklıma. Bir duvarın altında öylece kaskatı bana bakan gözleriyle. Neden yardım edemedim Kuka’ya. Keşke annesi olsaydı yanında. O zaman… evet o zaman… gülerdik belki ikimizde mavi bir göğün altında oynarken…
“Gözlerin neden doldu Mirvan’ım… neden?” diye sordu Zaza.
Ay olurdu geceleri… ılık bir rüzgar girerdi avlumuza. Kuka ayaklarımın dibinde oynaşırdı, yıldızların başımın üzerinde oynaşması gibi. Yıldızlar ve ay bu ülkenin göğünde yok mu? Nasıl bir karanlık bu böyle. Nasıl büyük dalgalar… Akdeniz demişlerdi… bu deniz hep kara… hep kara… hep kara…
“Yok annem bir şey… denizin tuzu kaştı galiba.” dedi, Mirvan annesine.
Ne kadar da tuzlu böyle. Yeni evimize giderken, denizden tuz mu toplasam. Ama karanlık. Korkuyorum. Anne… anne… babam yeni evimize gelecek mi? Anne… söylesene… bu deniz ne zaman mavi olacak?
“Gel öpeyim o gözlerini de tuz kalmasın gözlerinde. Bilirsin bir öpücüğüm bin doktora bedel.” dedi Zaza ve sarıldı oğluna.
Sımsıcak… annemin kolları. Babamda kesin bu yüzden sevmiştir annemi. Hem de öpünce de iyileştiriyor acıları. Annem babam gelince onu çok öp… o şimdi savaşta çok acıyordur… çok öp onu. Kuka’nı annesi olsaydı o da onu öperdi. Belki o zaman Kuka kalkardı o yerden… kalkardı… kalk!
“Öptüm ama şimdi niye ağlıyorsun bakayım ufaklık.”
Ya babam… babam da Kuka gibi kalkamazsa düştüğü yerden. Kalkamazsa. Annem yanında olsaydı belki de öper kaldırırdı onu. Neden annem Kukayı öpmedi. Sevmiyor muydu Kukayı. Ah bu deniz… bu karanlık… bitsin… bit!
“Ağlama kuzum, ağlama, bak sabah olacak ve göreceksin maviyi. Hadi sil gözyaşlarını. Baban ne dedi sana, unutma.”
Güçlü olmak istemiyorum. Çünkü biliyorum güçlü olan onlar. Onlar ki evimizi aldı… onlar ki Kukayı aldı… onlar ki babamı aldı. Bitmez bu karanlık. Bitmez… bit!
“Dalgalar ne büyük anne. Gittikçe de büyüyorlar. Anne dikkat et, tut eli…”
Gece çok karanlık… deniz çok karanlık. Tuz… tuz, boğazımı yakıyor. Gözlerim hiç yanmıyor ve ağlayamıyorum artık. Kuka da ağlayamamıştı, anne… babama sarılmayı unutma. Unutma anne, güçlü olmalıyız, umutlu. Babam haklı anne, onlar güçlü değil, biz güçlüyüz.
Anne öp denizi, beni almasın.
Kutlarım yeğenim. Yüreğine sağlık. Deniz sana sen denize küsme, gözlerinde yaş olmasın. Sevgiyle…
Teşekkürler amcam.