ALİ İSMAİL ÜNSAL
“Neden yeni şair çıkmıyor”, “Dönüp dönüp eski şairleri okuyoruz, neden” gibi sorular hep karşınıza çıkıyor değil mi? Hepimizin çıkıyor. Peki ya cidden neden yeni şair çıkmıyor?
Ne yazık ki yeni şair arkadaşlarımız şiir yazmaktan önce bir hoca’nın yanına yaklaşmak ve ondan övgüler beklemek zorunda. Bunu yapmayanlar öne çıkamıyor; yapanlar ise şiirlerini süsleyip
püsleyebiliyor. Öne çıkan yeni kuşak şairlere baktığımızda hep bir hoca övgüsü, desteği, akademiyle yakınlık görüyoruz. Bunu yapmayan iyi şair olamıyor mu? Akademiyle yakın bazı şairler üzerinden
konuyu derinleştirelim:
YAŞAR NABİ ŞİİR ÖDÜLLÜ BİR ŞAİR
Eşref Yener, ismini pek sık duyduğumuz bir şair… Yaşar Nabi Şiir Ödülüne değer görüldü. Döndüğümde Yoktum, isimli kitabıyla bu ödülü kazandığında pek çok tartışmaya yol açmıştı. Kitap daha önce bu ödülü kazanan Seyyidhan Kömürcü’nün Dünya Lekesi, kitabının bir taklidiydi gerçekten. Hiçbir yere varmayan; bazı bitki isimleri, alakasız dizeler ve yönsemelerle kurulan bir şiirlerdi bunlar. Seyyidhan Kömürcü ile ilgili benzerliklere girmeyeceğim. İki kitabı da okuyan zaten fark eder. Birkaç dize ekliyorum bahsi geçen kitaptan:
“biri Eyyub olan beş humma/beş bakır tas gibi/herkesin yüzü Gülbahar ağrısı taş avluda”, soruyorum:
Eyyub kimdir? Gülbahar kimdir? Bu dizeler ne anlatır? İkinci Yeni uzantısı olmaktan öteye geçemeyen bu
şiir topluma ya da sanata bir artı sağlayacak mıdır?..
DERTSİZ DERİNSİZLİKLER
İlk olarak Yiğit Kerim Arslan ile başlayalım. O da ismini sık sık duyduğumuz ödüllü bir şair. Şiirlerini önde gelen (kime göre!) dergilerde çokça görüyoruz. Sadece Şiir dergisinin 2. sayısında şöyle diyor: “hoş kokular şaraplar tomurcuk memeler bir yana/cennetinin sekiz adında da tercihim sıfır ihtimal”.
Şair, sol görüşlü olmasına rağmen İslam’ın cennet-cehennem kavramlarını onaylamaktan çekinmiyor.
Bahsettiğim Sel ve da, isimli şiiri ne yazık ki çeşitli mitolojiler, dinler, göndermelerle sıkıştırılmış kelime
oyunlarından öteye gidemiyor. Şair Kitap-lık dergisinde yayınladığı şiirinde “etek sarı türkülerini kazıyacaktım buraya/bilincime kargı kamışı ve üzerlik tohumunu” diyor ve devam ediyor “gereği kalmadı
birkaç merdiven Haşim çıkıp/seni kendi dudaklarımdan bile korumamın”. Dört dize içinde etek sarı türküsü, kargı kamışı üzerinden Mevlana, merdiven üzerinden Haşim göndermesi yapıyor ama basit bir aşk hikayesinden başka bir şey söylemiyor. Bu kadar çok göndermelerle bezeli bir şiiri olmasına rağmen
toplumun dertlerine, işçi sınıfına değinen tek bir dizesi yok. Bir dizesinde Haşim’e selam çakarken diğer
dizesinde kadın memelerinden bahsediyor ve bu anlamsızlık, gereksiz derinlik, hiçbir derdi olmama düşüncesinde olduğunu gösteriyor. İçi boş bir erotizm, eski kelimeler, dertsizlik; tamamen bir İkinci Yeni hastalığının dışavurumu oluyor.
Şimdi bir diğer şair Naile Dire’ye geçelim. Sadece Şiir dergisinin 1. sayısında Pavlonya, isimli şiirinde “ormanlarımı önce dolaştılar sonra yaktılar/zebercet bir kadını boğmuştu, o bendim/saçım
briyantinli, broşumu unuttum/toprağıma barut çiçekleri eken herkes için/şarjörü doldurdum düelloya gidiyorum” dizeleri geçiyor. Aynı Yiğit Kerim Arslan gibi başka bir metine gönderme yapıyor, erotizm
kullanıyor ve bir çeşit bilinçakışı yürütüyor. Kendisinin farklı farklı şiirlerinden alıntılar yapmaya gerek var mı bilmiyorum çünkü her şiiri birbirine benziyor; benzemekten öteye geçiyor. Sanki hazır bir kalıba oturtulup yazılmış gibi. Her şiirinde silah, makyaj ve giyim öğeleri, erotizm, göndermeler yer ediniyor.
Pavlonya şiiri şöyle bitiyor “belki, çekiyorum tetiği [bitsin şu saçmalık]/belki, kafayı çekiyorum: pavlonya”. Şiir hiçbir şey vermiyor. Ağızda donmuş bir yağ tadı bırakıyor. Şair Varlık dergisindeki bir şiirinde “veyl” kelimesini kullanıyor. Naile Dire, Servet-i Fünuncular gibi eski sözcüklerden kelime mi
arıyor? Vermek istediği erotizm aslında çağımızın büyük sorunu bedenleri tüketme ve metalaştırmaya yol açıyor.
Şairlerimiz birbirine benzeyen şiirleriyle, popüler kültür dergilerinde yayımladıkları şiir ve söyleşileriyle, övgü alışverişleriyle ilerliyorlar. Burjuvazinin istediği gibi şiir yazıyorlar ve akademi desteğini de arkalarına alıyorlar.
Umarım tarih sistemin pompaladığı sesleri değil gerçek şairleri yazar.
Hocam bir çok noktada yerinde mantıklı ve katıldığım tespitler yapmışsınız ancak eleştiriye başlarken sanki sadece yıkacağım niyetiyle kolları sıvamışsınız. Şairin su yüzeyine çıkması hele dediğiniz gibi referans almadan çıkması bu denli zorken onu ve tercihlerini biraz daha serbest bırakmak gerekir.