Geleneğimizde “marifet iltifata tabidir” diye vecizevi bir cümle vardır. Türkiye’de edebiyat adına verilen ödüller de öyle olmalı veya olmalıydı. Ama galiba bizim gibi toplumlarda bu işler teşvik etmekten öte, basamak ve imtiyaz gibi şeylere tekabül ediyor.
Oysa örneğin çocuğumuzu cezalandırmaya kıyamasak da, ödüllendirirken ne denli mutlu olduğunu gözlemlemiştir çoğumuz. Bir konuşmadan sonra veya kalabalığa şiir okunduğunda beklenen alkışlar da bir çeşit ödül sayılır. Bir sanatsal yaratıdan alınan telif de öyle değil midir mesela?..
Ancak Türkiye’de bu işler pek hoş olmamış, olmuyor gibi. Böyle mi başladı veya sonradan mı şimdiki halini aldı, orası uzun bir konu…
Genç bir yazın insanın ödüllere katılmak ve o ödüllerden almak istemesinden daha doğal ne olabilir ki? Hele bu işlerin ciddiyetini yitirmiş, yozlaşmış, kokuşmuş olduğunu bilmiyorsa ne yapsın? Jüri denilen “edebiyat baronları”nın bir yerde yarışmacıyken, diğer bir yerde yarıştıranlar arasında olduğunu öyle hemen öğrenemez ki bu işlere yeni başlamış olan biri! İçki masalarında çırak değil, adeta mürit olmak zorunda olduğunu nereden bilsin? Hele kadınsa, bir zamanlar Yeşilçam için söylenen “rejisörün güçlü kolları” da oluyor(muş) sırada.
Bu işlerin “sen ben bizim oğlan” arasında pas edildiği de hemencecik öğrenilmiyor çünkü. Hele dosyasına/kitabına çoğu zaman dokunulmadığını hiç bilemez bazıları… Diğer yandan duyumu veya tahmini olsa bile, o yarışmaya katılan kişi her şeyden evvel kendisinin onaylanmış olmasını ister ki bu tür şeylerde olgunun değil algının önemini de bilir kuşkusuz.
Ama o genç arkadaş bu ve daha çoğunu öğrendiğinde ya çok kırılmış ve yenilmiş olur ya da kendi yolunu yeniden çizmeye koyulur…
Ben bir çok kitabın arkasında falanca dernek veya filanca sendikanın bilmem ne şubesinden alınan ödüllerin yazıldığını bile gördüm. Gördüğümde çok gülmüştüm tabi. Belki komik değildi ama ben yine de gülmüştüm. Çünkü sizin yarattığınız edebi bir eser aldığınız ödülle, o tür etiketlerle, kimin çocuğu veya kardeşi olmanızla, okuduğunuz okulla, varsa akademik ünvanınızla vs. ölçülmemeli. Yani ben bir okur olarak, o kişinin neyi nasıl yazmış olduğuna bakarım. Son aşamada ona değerini katan edebi bir eser olup olmamasıdır. Hepsi bu.
Şimdi bu satırları yazan kişi için sistemlere karşı olmak gibi, bu türden ödüllere karşı olmak da çok kolay. Çünkü daha işin başında bunları fark etmiş, ne yarışmacı ne de bir yerde birilerini yarıştıran oldum. (Zaten bildik anlamda şairlik de yapmıyorum.) Fakat bu durum beni tek başına haklı kılmadığı gibi, iyi niyetiyle bu işlerden medet uman arkadaşları da haksız yapmaz.
Kimi haksız yapar peki? Bu çarkın içinde etiyle kanıyla olanları ve onlardan bilerek bir şeyler bekleyenleri.
Ben 90’lı yıllarda birilerinin jüri üyelerine yalvardığını, kitaplarının yayınlanması için o ödülün kendisine verilmesinin çok çok elzem olduğunu, hatta “önemli” birinin yakını olduğunu söylediğine bile tanık oldum. Sonuç mu? Evet, o kişi o ödülü aldı. Aldı da ne oldu?
Hiç! Sende bir şey yoksa Nobel alsan ne olur? Kuru gürültüden ve bir süre için reklamının olmasından başka tabi…
Birilerine cevap hakkı doğmasın diye, burada kendi adıma hiç kimsenin ismini anmayacağım. (Nihayetinde bu tür şeylerin boş işler olduğunu bilenlerdenim.) Fakat Taylan Kara’nın yazdığı bir yazıda bir örneğe rastladım ki, buraya alıntılamamın yararlı olacağına inanıyorum.
Şöyle:
“(…)
Yazar Kaan Turhan, 2014 yılında Şakir Şırıldak Şiir Yarışması adlı sahte bir şiir
yarışması düzenlemişti.
‘Şakir Şırıldak’ isminin tuhaflığı, tarihte bu isimde bir şairin olmaması… Bunların ötesinde
yarışmanın sahte olduğu her şeyinden bellidir; aşağıda sayılan jüri üyelerinin isimleri bile ‘ben
sahteyim’ diye bağırmaktadır:
Doruk Yavaşlan (Eleştirmen)
Caner Boyver (Yayıncı, Şair)
Haydar Kehribar (Yazar, Şair)
Sefer Sülfüroğlu (Eleştirmen)
Yrd. Doç. Dr. Atakan Havrangil (Akademisyen, Şair)
(…)”
Taylan Kara’nın yazdığına göre bu yarışmaya çok sayıda şiir yazan insan katılıyor ama kimse “kim bu Şakir Şırıldak” diye merak etmiyor.
Bu örneği ayıp ve acayip olduğu için değil, su katılmamış bir skandal olduğu için alıntıladım. Dahası yok mu? Çok… Kendisi için yarışma düzenleyen ve yine jüriyi kendisi oluşturup, kendisine ödül verenler de var. Vs. vs. diye bu örnekler uzar gider…
Şaka gibi bile değil, değil mi?
Şaka demişken, bir keresinde bir arkadaşım şaka yollu, “Ben bir yarışmada jüri olursam, senin dosya göndermene bile gerek yok. Biz postada muhtemel bir gecikmeyi var sayar, ödülü yine sana veririz.” demişti.
Tam burada aklıma gelen bir ismi anmadan geçmeyeyim bari. Uzun zaman “Şair Şirzat” diye bir sokakta ikamet etmiştim. Tabi haliyle bu ismi merak ettim. Divan edebiyatından biridir de ben bilmiyorumdur diye, bilebilecek arkadaşlarıma sordum, yok, isim tanıdık bile gelmemişti kimseye. Google denilen ukala dümbeleğine sordum, orda da yok.
Kalktım, Meydan Larousse, Ana Britannica gibi ansiklopedilere baktım, yok oğlu yok! Ama o
“mübarek” şahsın ismi, Eyüp denilen ilçede bir sokakta, bir çıkmazda ve bir parkta var!..
Sonra, ‘herhalde belediye başkanının dedesidir, adam da dedesinin şair olduğunu düşünüyorsa
öyle olmuştur’ dedim ve boş verdim… Umarım birileri de bu isme bir yarışma düzenlemez hani.
Tekrar başa dönersek, bu işler keşke dünyadaki ciddi örnekleri gibi olsaydı. Mesela jüri denilen isimler geçmişiyle, siciliyle, karizmasıyla, yetkinliği ve hakkaniyetiyle güvenilir kişilerden olabilseydi. Yine mesela o tür yarışmalara giden eserler yazarı tarafından değil de, yarışmalara yayınevleri tarafından gönderilebilseydi. Daha daha önemlisi de, ödülü alan kişinin eserine bakıldığında kimseler şaşırmasaydı…
Ama yine de bu tür ödül şeylerini anlamlandırmaktan çok anlamakla yetinmeliyiz derim kendi adıma. Çünkü yazı yazıp da yazar olmayan, şiir yazıp da şair olmayan, şair diye bir şekilde bilinip değil bir şiiri, bir dizesi bile olmayanlar ülkesiyiz biz. Bu durumda ödül dediğiniz şey çarşı pazarda satılsa ne olur?
Ezcümle: Aslolan nitelikli yaratının kendisidir sanat olan. Bu ister Kafka örneğinde, ister Walt Whitman örneğinde olduğu gibi olsun; yani ister Kafka;daki gibi mukadderat diyelim, isterse Whitman gibi çok çok uzun yıllar hak ettiği değerini beklemiş olsun.
Ve son bir soru: Hangimiz hangi edebiyatçının eserini aldığı ödül veya ödülleri için sevmişiz?
Ahmet Can Akyol